Sosyal Pediatri Derneği’nin 24 Ocak 2007’de düzenlediği “Basın Yayında Çocuk Sağlığı” sempozyumunda; anne-babaların çocuğa iki yaşından önce TV izletmemesi ve televizyonu adeta bir “bakıcı” gibi kullanmamaları gerektiği vurgulanmıştır.
Günün yorgunluğu altında ezilen ailelerin, çocuklarını televizyona emanet etmeyi bir kurtuluş olarak görmeleri; kardeşsiz evde yetişen ve küçük bir apartman dairesinin beton duvarları arasına sıkışmış çocukların bitmeyen isteklerinin ebeveynleri bunalttığı ve bu durumda TV’yi bir “can simidi” olarak değerlendirmeleri, çocukların TV izleme alışkanlığı kazanmalarının kısır döngüsünü oluşturuyor.
Pedagog Adem Güneş, 0-2 yaş arası çocukların beynini “yeni dökülmüş beton kalıp” a benzetiyor ve şu uyarıyı yapıyor: “Bu dönemde bu kalıp üzerine düşeceğiniz not, ileride katılaşmış bir hayat felsefesi olacaktır.” A.Güneş, özellikle klip ve reklam spotlarında, bir kaç saniye içine sıkıştırılmış aşırı ışık, flaş, ses ve görüntü kirliliğinin çocuğun gelişmekte olan zihnini şaşkına çevirdiğini vurgulamakta ve “Televizyonun tüm olumsuz etkileri göz ardı edilse, hatta eğitici olduğu düşünülse bile bu yaştaki çocuklar “öğrenme” değil “taklit” döneminde oluyorlar. Çocuk bu dönemde annesi ayakta yürüdüğü için ayağa kalkmaya çalışıyor, babası konuştuğu için onu taklit ediyor. Şimdi soruyorum, televizyonda garip kılıklı bir “pokemon”dan çocuk hangi hayat gerçeğini taklit edecek? Cansız ve şekilsiz bir figür çocuğun insan olmayı taklit ettiği böyle kritik bir dönemde nasıl olur da onun karşısına konulur ?” diyerek endişelerini dile getirmekte.
Hali hazırda bir medya pedagogu olmayan ülkemizde, çocukların yetişkinlere yönelik program ve dizileri, hatta şiddet içeren görüntüleri rahatlıkla izledikleri düşünülürse, sonucun ne kadar vahim olduğu yaşanılanlarla sabittir.
Çocuklarla ilgili alınan kararlar sadece Fransa’da değil, diğer Avrupa ülkelerinde de değişik biçimlerde uygulanmıştır: İsveç’te, 12 yaşından küçük çocuklara yönelik TV reklamlarının yayınlanması yasaklanmıştır. Belçika’nın Flaman kesimi ile Yunanistan, çocuklara yönelik reklamların yayın saati ve süresini kontrol altına almıştır. Hollanda “Bebek” televizyonunun şifreli yayınlar arasında olmasını kararlaştırmış; İspanya ise sadece AB üretimi oyuncakların TV reklamlarına izin veren bir karar almıştır.
Neden böyle bir yazı yazmak durumunda hissettim kendimi?
Geçen akşam TV izlerken, reklamlardan birinde:
“ Siliyoruz, süpürüyoruz.” sözlerinin geçtiği çocuklara yönelik bir reklam dikkatimi çekti ve ister istemez düşündüm: “Silmek” ve “Süpürmek” sözcükleri temizlik çağrıştıran sözcükler. Bunlar bir şeyleri temizliyorlar ki o temizleme atıkları “çöpler”dir. Ama bu çocuklar, silip, süpürdüklerini çöp bidonuna değil, ağızlarından içeriye, yani midelerine, yani vücutlarına atıyorlar !!! Yani “çöp”le besleniyorlar !!! Ve ayrıca şunu da düşündüm :
“Evet, silip süpürüyorlar. Hem de her şeyi…Doyumsuz bir nesil…” Belki siz daha başkalarını da ilave edebilirsiniz.
Peki, çocukları ticaret aracı olarak kullanan reklam şirketlerinin çocuklardan uzak durmasını sağlamak için ülkemizde ne gibi önlemler alınmakta ve bu konuya ne kadar ciddiyetle eğilinmektedir?
Ebeveynler genelde çocuk kanallarına güven duyuyor. Zira bu kanallarda yayınlanan programların belli bir süzgeçten geçirildiğini düşünüyor.
D Smart Yabancı Tematik TV Kanalları Genel Yayın Yönetmeni Ebru Eren, D Çocuk’ta şiddet, argo, küfür barındıran programlar yerine, eğitici yönü olan, çeşitli konularda bilgi edinmeyi sağlayan programlar seçmeye gayret ettiklerini belirterek, sakıncalı bölümleri kestiklerini, gerekirse uzman görüşüne başvurduklarını kaydediyor.
Yumurcak TV Genel Yayın Yönetmeni Meryem Akbal ise; “Çocukların ilgisini çekecek, onlar için faydalı programlar yapmazsanız, onlar da yetişkinler için hazırlanmış, hiç bir filtreden geçirilmemiş yapımları seyretmeye devam edecek. ilköğretimi, liseyi, üniversiteyi aynı çatı altına taşımak ne kadar doğru ise çocuklarla yetişkinlerin aynı televizyon kanallarını uzun süre izlemesi de o kadar doğru. Gelecekte çocuk televizyon kanallarının yetişkinlerinki kadar artacağını düşünüyorum.” diyor.
Her iki kanal yöneticisi, televizyonun kontrolsüz seyredilmesinin olumsuz etkiler doğuracağı görüşünde hemfikir olmakla birlikte; Meryem Akbal: “Gelişim özellikleri göz önünde bulundurularak hazırlanmış yapımlar bile çocukları az ya da çok olumsuz etkiler. Bunları gidermek için herkesin üzerine düşeni yapması gerekiyor. Yapımcılar nitelikli programlar hazırlamalı. Anne-babalar seçici ve sorumlu davranmalı. Yetkili kurumlar ve elbette kamuoyu da bu konuda denetleyici olmalı. Tıp eğitimi almamış birinin doktorluk yapması ne kadar tehlikeli ise, iletişim eğitimi olmayan birinin televizyonculuk yapması da izleyici açısından o kadar tehlikelidir. Konu çocuk programcılığı olunca iletişimle birlikte pedagoji de işinizin önemli bir parçası oluyor.” şeklinde ilavede bulunuyor.
Öte yandan 28 ülkede yayın yapan Baby First’ün Avrupa Genel Direktörü Arié Guez, televizyonun toplumun bir parçası olduğunu ve çocukların ondan uzaklaşması halinde realiteden de uzaklaşacaklarını savunuyor. Guez bununla da kalmıyor, televizyonun interaktif bir kitap olduğunu iddia ediyor : “ Biz çocuklara ‘parkta oynamayın, TV seyredin’ demedik hiç bir zaman. Bu konuda şeffafız. Tabii ki, televizyon anne-babaların yatmadan önce anlattıkları hikayelerin önüne geçemez.”
Amerikan Çocuk Hastalıkları Akademisi’nin, 0-3 yaş grubu 2600 çocuk üzerinde 7 yıl boyunca yaptığı araştırmanın sonuçları çok çarpıcı. Buna göre, günlük 3 saat televizyon karşısında oturmak, çocukların zihinsel problem yaşama oranlarını %30 oranında artırıyor. Bu tür çocukların karşı karşıya kaldığı zihinsel problemlerin başında , kendi enerjisini kontrol altında tutamaması geliyor. Televizyonlardan alınan aşırı ışık, ses ve hareketlilik çocukların beyninde bir takım yıpranmalar oluşturuyor. Beyin hücrelerinde meydana gelen bu sakatlanmalar sonucunda, çocuklar kendilerini kontrol etmekte zorlanıyor, bir türlü sakin durmayı ve dinlemeyi beceremiyor, hiç durmak bilmeyen el,kol ve vücut hareketleri ile dikkat çekiyor. Zihni fonksiyonları zarar gören bu gruba dahil çocuklar ayrıca, dikkatlerini bir noktada odaklamakta zorlanıyor ve konsantrasyon problemleri yaşıyor.
Amerika’da yapılan bir diğer araştırma da, ekrandan yayılan aşırı görsel uyarıların beyinde zarara yol açması ve epilepsi gibi hastalıkların, TV seyretme alışkanlığıyla ilişkili olduğunu somut bir şekilde ortaya çıkarıyor.
Aralık 1997’de, CNN International’in yayınladığı, 700 epilepsi hastası üzerinde yapılan bir araştırmanın sonucu oldukça dikkat çekici : Gözlem altında tutulan hastalar, izledikleri ‘Pokemon’ isimli çizgi filmde, ‘Pikachu’nun gözlerinin 8 saniye yanıp sönmesinin hemen ardından ( 20 dakika içinde ) epilepsi nöbetine girmişlerdi !!!
Tüm bunlar göz önüne alındığında anlaşılmaktadır ki; televizyon programları ne kadar eğitici olursa olsun, özellikle 3 yaş altı çocuklar için hem fizyolojik hem de psikolojik olarak zararlı.
Sosyal Pediatri Derneğinin,çocukları TV’nin zararlarından korumak için geliştirdiği bazı öneriler şöyle :
- İnternet ve TV kanallarının kullanımı konusunda ulusal güvenlik duvarı oluşturulmalı.
- Çocuğa iki yaşından önce TV izlettirilmemeli ve TV bebek bakıcısı olarak kullanılmamalı.
- Bebeklerin beyin gelişimi için TV’den gelen mekanik ve edilgen uyarı yerine, temel bakım veren kişi ( anne, anneanne ya da babaanne, bakıcı, v.s. ) çocukla göz teması kurarak konuşmalı, oyunlar oynamalı, şarkı söylemeli ve birlikte kitap okumalı.
- Televizyon programları çocuk ya da ergen ile birlikte izlenmeli. içeriğin olumlu ve olumsuz yönleri birlikte tartışılmalı ve gerçek hayatta olamayacak yönler anlatılmalı.
- Anne-babalar kendi medya seçimleri ile çocukları için iyi bir örnek olmalı.
- Anne ev işleriyle uğraşırken çocuğu TV karşısında oyalamaya çalışmamalı, gerektiğinde mutfakta kendisine ufak yardımlar yapmasını istemeli.
- Çocuğa bakan kişilerle, TV izleme süresi ve programlar konusunda fikir birliğine varılmalı.
- Çocukların odalarında televizyon ve bilgisayar bulundurulmamalı.
Sonuç olarak: Ülkemizde bir süredir uygulanan akıllı işaretlerin çok fazla umursanmadığı gerçeğiyle birlikte, unutulmaması gereken bir husus var: Kumandayı çocuklar değil; bilinçli, eğitimli, uyanık ve dikkatli olarak anne-babalar ellerine almalıdırlar. Aksi takdirde “silelim, süpürelim.” toplumu geliyor. Dünyayı ve tüm insani değerleri silip süpürmek için !...