Algı engelli toplum yaratmak emperyalizmin “toplum mühendisliği” tasarımlarındandır. Makro ölçekte algı engelli toplumun mikro ölçekte hedef kitleleri değişiklik gösterir.

Dini vecibelerini kendine göre yerine getiren ama ABD’nin dümen suyunda gezenler vardır. “Ilımlı İslam” denen  projenin kopyacılarıdır tümü.…

Cumhuriyetçi olduğunu söyleyen ama “Laiktir, Laik Kalacak”tan başka slogan bilmeyenler… DNA’sı ile oynanmış GDO’lu “Atatürkçüler" ve/veya rozet, tören, miting Atatürkçü'leridir bunlar...

Tam bağımsızlık, antiemperyalist duruş, “Ya istiklal, Ya Ölüm” bu tipler için hiç de önemli değildir. “Şeriat geliyor” ifadesi onlar için şartlı reflekstir. Ana düşman Pentagon iken, onların hedefi İran'dır.  Gösteren, gösterilen ilişkisinde kanla, irfanla, devrimle kurulan Cumhuriyet’in bölünerek yıkılmak istenmesi olgusunu bir türlü göremezler.

Bu tiplerin en karakteristik  örneklerini sosyal paylaşım sitelerinde görebilirsiniz. Bayrak, flama ve slogan paylaşmak en büyük eylemleridir. Yakalarına bir de Atatürk rozeti taktılar mı işlem tamam demektir.

Bu görüntünün bir başka kesimi ise ne internet, ne de sosyal medya (feysbuk vb) ile ilgisi olmayan ahbap çavuş yönlendirmesiyle tercih yapanlardır. Emperyalizmin toplumları şekillendirmek için kullandığı televizyon kanallarındaki programları (haber, dizi, eğlence, haber programı) düzenli olarak izlemek onlar için tiryakilik mertebesindedir. Bu izlemeleri de “Onlar ne diyor?” avuntusuyla yaparken “Toplum Mühendisliği”nin denekleri olduklarını bir türlü fark edemezler.

Algı engellilik ortak paydasının kaymaklı kadayıfı, sebep-sonuç ilişkisinin eser miktarda bile olmayışıdır. Bu toplumsal yapı, psikolojik savaşın her hamlesine karşı kaçınılmaz olarak savunmasızdır.

Ne söylemle eylemin örtüşmesi diye bir ölçüt vardır, ne de bir önceki söylem ile eylemin karşılaştırmasını yapan bir mukayeseli mantık…

Taraftarı oldukları yapıları (parti, sendika, dernek) fanatik amigo gözüyle görür ve savunurlar. Başkan, genel başkan ne diyorsa doğrudur. Bu duruşun yarı feodal bir yapının biat hali olduğunu söylerseniz pek kızarlar. Çünkü onların penceresinden ağalara, şeyhlere, hoca efendilere biat edilir. Onlar çağdaş, modern Cumhuriyetçiler olarak “kanaat önderi” dediklerine biat ettiklerini görmek istemezler. Sanki bakar- kördürler.

Algı engelli bu yapı “Soğan başı olayım da nasıl olursa olsun” diyen kiyafetsiz muhterisler için nadasa bırakılmış tarladır. Masa, iskemle, koltuk, mevki, makam emirlerine amadedir. Hem de sandık müsameresi denen genel kurullarda…

Çifte koltuk, masa, iskemle amade

Gidilir izzet-i ikbale alây-ı vala ile

Sandık müsameresinde seçen de seçilen de onlardır. Kimin arabasına koşulduklarını seçen bilemez, algı engellidir. Seçilen ise bilir de söylemek işlerine gelmez. Veya seçilmek, kartvizitine bir mansıp eklemek için, doğru bildiklerini bile inkâr eder... Artık araştırmacı- tarihçi yazarın yanında bilmem ne derneğinin genel merkez kurulunun da yöneticiliği vardır.

Böylesine bir toplumsal yapı tesis edildikten sonra parti, sendika, dernek her kademede iç operasyonlar için tarla sürülmüş ve gübrelenmiş demektir. Bu tablo sivil işgalin neden bu denli yaygınlaştığının da ifadesidir.

Cumhuriyeti ve kazanımlarını savunması gerekenler gaflet, dalalet içinde olanla olması gerekeni ayırt edememenin trajedisinin yaşamaktadırlar.

Genel durum bu merkezde vahşet ve dehşetle seyrederken 09-10 Haziran 2012’da Ankara’da yapılan ADD genel kurulundan sonra Genel Başkanı Tansel Çölaşan’ın yaptığı “taarruz” çıkışıyla dikkatleri üzerine çekmiştir.

“ARTIK SAVUNMA DEĞİL TAARUZ ZAMANI” (!)

Ankara Üniversitesi Dil tarih Coğrafya Fakültesi konferans salonunda yapılan genel kurul sonrasında Aydınlık'a konuşan Çölaşan, ''Artık savunma döneminin bittiğini, artık taarruza geçilmesi" gerektiğini dile getirerek, “ADD daha ilerici, daha devrimci, daha antiemperyalist olmalıdır. Silivri bizi yıldırmamıştır, artık savunma dönemi bitmiştir, taarruz dönemine geçmeliyiz. Bunun şartları vardır. 19 Mayıs'ın yasaklanmasına karşı halk ayağa kalkmıştır. Devamı gelecektir” diyerek hem dikkatleri üzerinde toplamış, hem de son iki yıllık ADD sürecini yakından izleyenleri şaşırtmıştır.

“ARTIK SAVUNMA DEĞİL TAARUZ ZAMANI” (!) Savunma ve taarruz, çift yumurta ikizidir. Savunma olgusunu görmezden gelen bir taarruz anlayışı kaçınılmaz olarak yanılgıya ve en önemlisi yenilgiye giden bir mayın tarlasıdır.

Geçtiğimiz son iki yılda Tansel Çölaşan yönetimindeki ADD, 12 Eylül referandumundan başlayarak ülkede, savunma cephesindeki bütün taşları yerinden oynatmıştır.

Şimdi  soruyoruz, savunmayı güçlendirmeden "taarruz zamanı"  gibi bir söylemin peşine takılmak hangi aklı evvelin öğüdüdür?

Âyinesi iştir kişinin lafa bakılmaz…

Bakacağız…

(Devam edecek)