Yazımızın önceki bölümlerinde savunma ve taarruz konularında ADD çatısında yaşananlardan söz ederek bir ufuk turu yapmıştık. Son iki bölümde ise Gazi Paşa’nın yardımıyla düğümü çözeceğiz.

İşte burada büyük önder, eşsiz komutan, ezilen ulusların değişmez pusulası Mustafa Kemal Atatürk’e bir başöğretmen olarak başvurmamız gerekmektedir. Savunma ve taarruz kavramlarına büyük önderin uygulamalarından yola çıkarak bakmaya çalışalım.

Mustafa Kemal Atatürk, bütün muharebe şekillerini savaş meydanlarında uygulamıştır. Stratejik taarruz, mahdut hedefli taarruz, karşı taarruz, başarıdan faydalanma, takip, stratejik savunma, mevzi savunması, kıyı savunması, oyalama muharebesi, geri çekilme, çölde muharebe, dağlarda muharebe vb.

Atatürk, askerliğin ağırlık ve öncelik kazandığı bir siyasî dönemde ve askerliği yücelten bir sosyal ortamda dünyaya gelmiştir. Gördüğü sistemli eğitimin verdiği birikimleri her düzeydeki komutanlık katında ve askerî harekâtın her türünde edindiği deneylerle geliştirmiş ender bir askerdir.

Atatürk’ün askerî alandaki düşünce ve uygulamaları bir bütün oluşturur. Biz burada bunların içerisinden stratejik ve politik düzeyde etkili olan dört emri ele alarak, şartlar ve ihtiyaçlardaki değişikliklerin uygulamada getirdiği farklılıklara vurgu yapmaya çalışacağız. Alınan örneklerde görüleceği gibi Atatürk’ün ilkeleri vardır ancak siyasi tercihlerinde de görüldüğü gibi askerlik alanında da saplantıları yoktur.

Düşüncede, amaçta ve uygulamada çok büyük farkları olan, bu farklar sebebiyle yanıltarak birbirinin karşıtı gibi görünen dört kararı ve bu kararları ile ilgili dört emri şunlardır:

1-Çanakkale muharebeleri sırasında verdiği “Ben size taarruzu değil ölmeyi emrediyorum” emri,

2-Kütahya-Eskişehir muharebelerinden sonra verdiği 100 km geriye, Sakarya doğusuna çekilme emri,

3-Sakarya Meydan Muharebesi sırasında verdiği “Her karış toprak vatandaş kanı ile sulanmadıkça terk edilemeyeceği” emri,

4-30 Ağustos Başkumandanlık Meydan Muharebesinden sonra verdiği “Ordular. İlk hedefiniz Akdeniz’dir. İleri!” emri.

Görüldüğü gibi, dört emrin her biri çok farklı uygulamalara yöneliktir. Dördü de şartların ve ihtiyaçların gerektirdiği karar vermesi çok zor hamlelerdir. Şüphesiz ki bu karar ve emirlerde kendisine ve emrini uygulayacaklara büyük bir güven, bilgi birikimi, deney zenginliği, ilkelere bağlılık, cesaret, askerî stratejinin gerekleri olan coğrafyaya (mekâna), zamana, kuvvete hâkimiyet vardır.

“Ben size taarruzu değil ölmeyi emrediyorum”

Atatürk’ün bu emri, 25 (12) Nisan 1915 günü saat 10 (evvel) sıralarında Conkbayırı’nda 57’nci Piyade Alayına vermiş olduğu anlaşılmaktadır. Aynı taarruza, Güney kanattan 27’nci Piyade Alayı da katılmıştır. Bu alaya ilk emirler irtibat subayı aracılığı ile gönderilmiştir. Aynı emrin bir subay vasıtasıyla 27’nci alaya da gönderilmiş olduğu düşünülebilir.

18 Mart 1915 Çanakkale Boğazı geçiş harekâtı başarısızlıkla sonuçlanınca, Boğaz’ın karadan açılması düşünceleri, bu düşünceye dayanan kararlar ve Mısır’da, Ege adalarında yapılan hazırlıklar bir ölçüde Türkler tarafından bilinirken ve gelişmeler takip edilmiştir.

Sofya’da askerî ataşe olarak bulunduğu sırada 1’inci Paylaşım Savaşı'nın çıkması üzerine faal bir görev isteyen Yarbay Mustafa Kemal Gelibolu’da yeni teşkil edilen 19’uncu Tümen Komutanlığına tayin edilmiştir. Atatürk, Kabatepe ve Arıburnu bölgelerini bir çıkarma harekâtı için çok hassas olarak değerlendirmektedir.

25 (12) Nisan sabahı Arıburnu bölgesinden top sesleri duyulmaya başlanmıştır. Bu sırada alınan bir raporda bölgeye bir tabur sevk edilmesi önerilmiştir. Olayı çok önemli gören Atatürk hazır olan 57’nci Piyade Alayı'nı bir top bataryası ve bir Süvari bölüğü ile takviye ederek Arıburnu’na sevk etmiş, kendisi de maiyeti ile birlikte hareket etmiştir. Bölgenin en hâkim yeri olan Kocaçimen Tepesine geldiğinde denizdeki gemileri görmüş, ölü görüş sahası sebebiyle çıkarma bölgesini ve çıkarma birliklerini görememiştir. Buradan yanındakilerle birlikte daha Batı’da bulunan Conkbayırı’na geldiği zaman kıyıdaki gözetleme erlerimizin cephaneleri kalmadığı için geri çekilmekte olduklarını görmüş, onları, kendilerini takip eden düşmana karşı yatırarak zaman kazanmış, ileriye intikalini hızlandırdığı 57’nci Piyade Alayını gözetleme erlerini takip eden düşmana taarruz ettirmiştir. Bu taarruza Güney kanattan da 27’nci Alay katılmıştır. Bölgeye çıkan düşman kuvvetler tam teşekküllü 8 taburdur.

Atatürk verdiği emri şu şekilde açıklamaktadır. “Kumandanlara verdiğim sözlü emirlere şunu eklemişimdir. Ben size taarruz emretmiyorum ölmeyi emrediyorum. Biz ölünceye kadar geçecek zaman içinde yerimize başka kuvvetler ve kumandanlar gelebilir.”

Bu emir üzerine yapılan taarruz hava kararırken sahile yakın ilk sırtlara kadar ulaşmış ve Çanakkale savunmasının omurgası oluşmuştur.

Bu olay için Atatürk, “57’nci Alay meşhur bir alaydır. Çünkü hepsi şehit olmuştur” der. Alayın bir bölümünün Çanakkale muharebelerinin diğer safhalarında şehit oldukları anlaşılmaktadır.

Aynı taarruzu General Hamilton şöyle anlatmaktadır. . “Gebe dağlar Türk doğurmakta devam ediyor.” (Mustafa Kemal ve Çanakkale. İlhan Akşit-Hayati Özel. s. 115.)

Atatürk’ün Bomba sırtı taarruzunu tasviri Çanakkale muharebeleri sırasındaki Türk taarruzlarını anlatan bir örnektir. “Karşılıklı siperler arasındaki mesafemiz sekiz metre, yani ölüm muhakkak… Birinci siperdekiler hiçbiri kurtulmamacasına, hepsi düşüyor; ikincidekiler onların yerine giriyor. Fakat ne kadar imrenilecek bir soğukkanlılık ve tevekkülle biliyor musunuz? Öleni görüyor, üç dakikaya kadar öleceğini biliyor, en ufak bir duraksama bile göstermiyor; Sarsılmak yok.”

Askerlerine “size taarruzu değil ölmeyi emrediyorum” diyebilen başka bir komutan yoktur. Ölme emrini tereddütsüz yerine getiren Mehmetçik’ten başka bir asker, Türk milletinden başka bir millet de bulunamaz.

Çanakkale savunması İstanbul’un 1915 yılında işgalini önlemiş, direnmenin devamını sağlamıştır. Atatürk bu muharebelerle ilgili olarak: “Biz orada, İngiliz-Fransız donanmasını boğazın dışında tuttuk ve onların müttefikleri Ruslarla irtibat kurmasını önledik. Rusya böylece çökmüş oldu.” demiştir. (Ruşen Eşref. Mustafa Kemal Çanakkale’yi anlatıyor. Akbank (98)

Taarruzun mihenk noktası, savunmanın sağlam temellere oturtulmasıdır. Eğer siz savunmayı görmezden gelerek taarruza geçerseniz, düşman ordusu cephe gerisine kolayca sarkacak ve sizi kuşatacaktır. Bu harp sanatının değişmez kuralıdır.

O zaman "Hatt-ı müdafaa yoktur, sath-ı müdafaa vardır. O satıh da bütün vatandır."

Türkiye'deki milli güçleri bir araya getirecek örgütlemeyi tamamlamadan "Şimdi taarruz zamanı" söylemi sadece alelacele söylenmiş bir ifadedir.

Tıpkı Sn. Çölaşan'ın "Cumhuriyet mitinglerini yeniden yapacağız" söylemi gibi, havada buharlaşıp, kaybolacaktır.

Malum, şimdi yaz... Havalar sıcak... Şimdi tatil zamanı!

(Devam edecek…)