“ARTIK SAVUNMA DEĞİL TAARUZ ZAMANI” (!)

Yazımızın birinci bölümünde savunma ve taarruz kavramlarının çift yumurta ikizi olduklarını söylemiştik. 2010-2012 döneminde Sayın Çölaşan yönetimindeki ADD, savunma mevzilerini terk ederek zafiyet göstermiştir. Bu zafiyet Türk milletine büyük bedellere mal olmuştur.

Bu süreçte ADD’nin durumunu yakinen izleyen Figen Özen hali de ahvali de kaleme alarak ak kâğıda siyah mürekkeple kayıt düşmüştür. 19 Aralık 2011 tarihli “Bu Lastik Yama Tutmaz!…” başlıklı yazısı anılan dönemin faaliyet raporu niteliğindedir.

(http://www.dunya48.com/index.php/figen-ozen/7404-figen-ozen-bu-lastik-artik-yama-tutmaz.html)

Bu bölümde yukarıda linkini verdiğimiz yazıyı kaynak alarak hızlı bir ufuk turu yapmaya çalışacağız. Bilindiği üzere insan belleği unutma özürlüdür. Bu nedenle yakın tarihte olanları beraberce hatırlayarak “savunma dönemi mi” yoksa savunma mevzilerinin terk edilme dönemi mi olduğunu görelim.

“Bilindiği gibi Türkiye’yi dönüştürme ve Yargı’yı AKP’lileştirme politikasının gereği olarak 12 Eylül 2010’da bir ‘Anayasa Referandumu’ yapılmıştır.

Bu referandumdan önce ADD’nin veb sitesinde Genel Sekreter Nazmi Şarvan imzalı bir genelge yayımlanmıştır.

Bu genelgeyle; 298 Sayılı ‘Seçimlerin Temel Hükümleri’ ve ‘Seçmen Kütükleri Hakkında Kanun’un 63. Maddesi ve Yüksek Seçim Kurulu’nun 347 Sayılı Kararı’na dayanılarak, ADD üyelerinin tarafsız olmak zorunda oldukları belirtilerek, her hangi bir propaganda çalışmasında bulunmaları, ilan ve veya afiş asmaları, seçim sonuçlarını etkileyecek her hangi bir şekilde açık veya kapalı salon toplantıları düzenlemeleri yasaklanmıştır.

Üyelerin, az sayıda da olsa şube başkanları ve yöneticilerinin adeta isyan havasında olan tepkileri nedeniyle, bu yasak kaldırılmış ve ADD zaten “HAYIR” oyunun çıkacağı sahil bölgelerinde kapalı salon toplantıları yaparak süreci geçiştirmiştir.

“Genelge asla tevili olmayan bir büyük yanlıştır. Bu büyük yanlışın iki önemli ayağı vardır.

1- Başta Sn. Genel Başkan olmak üzere, Genel Sekreter Sn. Nazmi Şarvan dâhil çoğunun hukukçu olduğu ADD GYK’sı “tüzel” kişiliği olan ADD ile üyelerini ayırt edemeyerek büyük bir hukuk yanlışının altına imza atmışlardır.

Bu ifade, Hanover’deki ADD toplantısında Sn. Çölaşan’ın “Üyelerimizin hukukunu koruduk.“ söyleminin çok ötesinde büyük bir hukuk bilgisi yoksunluğudur. Ama ne çare ki ADD GYK’sının çoğunluğu, tekrar etmekte fayda vardır, hukukçudur.

2. Bu hukuksal yanlışı bir tarafa bırakırsak, bu genelge teslimiyetçi bir anlayışın ve vatan cephesini içinden çökertmenin açık bir belgesidir. Bunun tevili, dönüşü ve affı yoktur ve olamaz.

Yargının bağımsızlığını yok eden ve üsttekilerin hukuku için yapılan bir halk oylamasında, “tarafsızlığını” ilan edenlerin, Yargı’nın bu günkü durumundan şikâyet etmeye de hakları yoktur.

Ayrıca Sn. Çölaşan, referandumun ardından “EVET”çileri “hain” ilan etmiştir ki, bu ifade de yanlışın çok ama çok ötesindedir. Türk milleti küçük bir azınlık dışında -ki bu azınlık işbirlikçi vatan hainleridir- aralarındaki farklılıkları öteleyerek bir araya gelmek zorundadır. Kurtuluşun tek çaresi milletin birleşmesidir. Çalmadığın kapıların arkasında kalan, bilgi yoksunluğundan dolayı yanılgıya düşen insanları “hain” ilan etme ve ayrıştırma gibi lüksümüz olamaz.”

ADD’nin görevi milletin tamamını Atatürk ilke ve devrimlerinin ışığı ile aydınlatmaktır.

Lastiğe ilk yama vurulmuştur.

Cumhuriyet Güç Birliği sürecinde yapılan, keskin virajlardaki dönüşler ise Dante’nin bir kitabının adını anımsatmaktadır. “İlahi Komedya”

İkinci yama…

1 Mayıs İşçi Bayramı etkinliklerinde, Taksim’deki Atatürk Anıtı’ndaki heykelin yüzü bölücülerin renklerini taşıyan bez parçaları ve Öcalan’ın posterleri ile örtülmüş, aynı çirkin hareketler Diyarbakır’da da yapılmış, Türk bayrağı yakılmıştır.

Alenen Türk milletinin bağımsızlığının sembolü, onuru, şerefi, birliğinin, dirliğinin simgesi olan Türk bayrağına, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kurucusu büyük önder Atatürk’ün manevi şahsiyetine hakaret edilmiştir.

ADD bu çirkin olaya da sessiz kalma başarısını(!) göstermiştir. Yama üç!

13 askerimizin PKK’lı eşkıyalar tarafından şehit edilmesi üzerine, ADD Bilim ve Danışma Kurulu Başkanı Prof. Dr. Ali Ercan ADD’nin resmi veb sitesinde sözde bir kınama yazısı yazmış ve PKK’lı bölücüler için “GERİLLA” tabirini kullanarak, adeta eşkıyaları kutsamıştır.

Gruplarda kendisine yapılan eleştirilere karşı, haklılığını savunmuş, kendisine karşı çıkanları bilgisizlik ve ukalalıkla suçlamıştır. Yama dört…

Görevi ne olduğu çok iyi bilinen Milli (!) Eğitim Bakanlığı Teşkilat Yasası’nda KHK çerçevesinde değişiklikler yapılarak, görevleri arasında yer alan “Atatürk İlke ve İnkılâplarına Bağlı Öğrenci Yetiştirme ve Cumhuriyet’in Niteliklerini Benimsetme“ maddeleri yürürlükten kaldırılmıştır.

Ayrıca ilköğretim öğretmenlerinin kılavuz kitaplarında Atatürk’ün resmi, Gençliğe Hitabe ve daha önemli olarak Türk milletinin Bağımsızlık İhtilâlı’nın şeref destanı İstiklâl Marşı yer almamıştır.

Görevi Atatürkçü düşünceyi, O’nun ilke ve devrimlerini gelecek nesillere taşımak olan Genel Merkez tam beş gün sonra resmi veb sitelerinde yayımladıkları kısa bir bildiri ile tepkilerini (!) dile getirmişlerdir.

Yama… Kaç oldu? Ben saymayı unuttum. Ya siz?

Gene derneğin resmi veb sitesinde Haluk Çeçen’in “ Toplumsal Barış Projesi“ başlıklı ve açılımı destekleyen bir makalesi yayımlanmıştır.

30 Kasım 2011 tarihinde ise ADD’nin veb sitesinde Prof. Dr. Ahmet Saltık‘ın “Dersim Faciası” başlıklı bir makalesinin yayımlandığı görülmektedir.

Aslında bu makale bazı bölümler çıkarıldığı takdirde “Kadim düşmanı“ işaret eden ders niteliğinde çok önemli bir makaledir.

Veb sitesinde makalenin sol üst köşesine Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün ” büyük düşman”la savaşmamızı işaret eden bir öz sözü konulmuştur.

“Sizi mahvetmek isteyen emperyalizme ve bizi yok etmek isteyen kapitalizme karşı savaşımı MESLEK edinmesi gereken zavallı bir halk olmanın gerektirdiği yapılanmayı hedeflemeliyiz.”

Önemli Giriş notunda ise; 38_de epey sayıda sivil yakınını kaybettiğine dair yaşanmışlık dinlediği;

Dedesinin, babasının, amcasının sürgün edildiği,

İnsanların yoksullaştırıldığı ve yoksunlaştırıldığı;

Etkilerinin günümüze kadar sürdüğü;

Ancak Prof. Dr. Ahmet Saltık’ın bilinçli olarak Cumhuriyet rejiminin temel felsefesi – başta Dersim faciası olmak üzere kimi ağır uygulama yanlışları dışında- barışıktır ve onu onaylamaktadır, savunmaktadır.” denmektedir.

Makalenin devamında ise;

” Devlet adına özür dilenmelidir, vahşetin kurbanlarından, onların yaşayan çocuklarından…

Maddi ve manevi yitiklerinin telafi edilmesine çalışılmalıdır.

Ayrıca TBMM’de bir “Dersim Araştırma Komisyonu” kurulmalıdır.”

Ve benzeri ifadelere rastlanmaktadır. Sn. Saltık ADD Bilim Danışma Kurulu Üyesi olarak bu makalenin altına imzasını atmıştır. Yazının tamamında Atatürk’ü aklamış (!), yapılan vahşetin O’nun hümanist anlayışı ile bağdaşmadığını ifade etmiştir.

1936-1939 yıllarında yapılan harekatlar için tüm Türkiye Cumhuriyeti Hükümetleri suçlamış ve bir vahşetin “var olduğunu” iddia etmiştir.

Prof. Dr. Ramazan Demir ise “Dersim“ konulu seri makalelerde, bir asıl vahşetin varlığına işaret etmektedir. Devlet tarafından yaptırılan köprünün eşkıyalar tarafından yıkılması nedeniyle, el ele tutuşarak karşıya geçmek isteyen Mehmetçiğin kanıyla Munzur nehrinin kırmızı aktığını ifade etmektedir.

Bu iki bilim adamı arasındaki tek ortak nokta her ikisin de Elazığ doğumlu oluşudur.

Sn. Demir, İngiltere ve Fransa’nın kışkırtması ile Devlet’e isyan eden feodal eşkıyaların tam “ÜÇ” kere af edildiğini, ancak isyanın devam ettiğini ve nihayet “Devlet’in devlet olarak görevini yaptığını” söylemektedir.

Bana kalırsa da Cumhuriyet, Dersim’de bir öz savunma yapmış ve kendini savunmuştur.

” Devlet adına özür dilenmelidir” ifadesinin yer aldığı bir makalenin ADD veb sitesinde yayımlanması ne kadar doğrudur? Yorum sizin!..

Ayrıca Ankara Asliye Hukuk Mahkemesi, bazı üyelerin açtığı dava neticesinde 1 Kasım 2011 tarihinde aldığı kararla, ADD Çankaya Şb.nin 10 Ocak 2010 tarihinde yapılan Genel Kurulu’nu ve delege seçimlerinin ve 12-13 Haziran 2010 tarihinde yapılan Genel Merkez Genel Kurulu’nun iptaline karar vermiştir.

Ancak gerekçeli karar açıklanmamış, ne tuhaftır ki Mahkeme tarafından “tedbir” kararı alınmamış ve en önemlisi “Kayyum” atanmamıştır. Bu nedenle Genel Merkez yasal hakkını kullanarak, Temyiz’e başvurmuştur. Halen göreve devam etmektedir.

Gördüğünüz gibi bu lastik artık, hiç bir şekilde yama tutmaz…”

Yazının yayınlandığı tarihten sonra Yargıtay tarafından 12-13 Haziran tarihinde yapılan 2010 ADD Genel Kurulu’nun iptal kararı onanmış, dosya kayyum atanması için yerel mahkemeye gönderilmiştir.

Son iki yılda savunma zafiyetine mahkûm edilen derneğin birden bire “taarruz” ifadesini telaffuz etmesi karşısında Başöğretmen Mustafa Kemal Atatürk’e başvurarak savunma ve taarruz kavramlarını bir sonraki bölümde irdelemeye çalışacağız…

Savunmayı yadsıyarak taarruza kalkanlar için yenilgi ve zayiat kader değildir.

(Devam edecek…)