CHP Genel Başkanı Sayın Kılıçdaroğlu’nun 19 Temmuz 2020 tarihli Cumhuriyet Gazetesi’ndeki makalesine ve 37. CHP Kurultayı’nın sonuçlarına bakarsak, CHP iktidara koşuyor. Bu ne rüyada darı görmek, ne de olayı abartmaktır. Zamanın koşullarına ve gerçek hayatın yorumuna göre koşulların dayattığı bir gerçekçiliktir. ‘2. Yüzyıla çağrı beyannamesi’ umut veriyor.

Öncelikle makalesinde Sayın Kılıçdaroğlu devletçiliğe özellikle dikkat çekiyor. Yani devletçiliğin “tabucu” veya “nostaljik” bir yaklaşımla ele alınamayacağı, tam aksine “Devletçiliği içinde bulunduğumuz yüzyılın temel ekonomik ve sosyal sorunlarına çözüm üreten bir ‘sosyal devlet’ anlayışına dönüştürmeliyiz.” diyor.

‘Yurttaşın devlet için’ değil ‘devletin yurttaş için’ var olması gerektiği ilkesi üzerinde duruyor. CHP’nin altı okundan birisini oluşturan devletçilik, özellikle Covit 19 salgının olduğu günümüzde daha da önem kazanıyor. Devletçilik; sadece halkın değil, nitelikli sanayiin ve özel sektörün de güvencesidir.

Atatürk 1930-1931 yıllarındaki yurt gezilerinde Özel Kalem Müdürü Hasan Rıza Soyak’a şöyle diyor: “Bunalıyorum çocuk. Büyük bir ıstırap içinde bunalıyorum! Görüyorsun ya, gittiğimiz her yerde durmaksızın dert, şikâyet dinliyoruz. Her yer derin bir yokluk, maddi-manevi bir perişanlık içinde.”

Aynı şikayetler bugün de var. Halk bugün de maddi-manevi perişanlık içinde Atatürk o gün bu gerçekleri yaşayarak çıkışı devletçilikte görüyor. Bugün mevcut iktidar ise çıkışı bırakın devletçiliği korumayı, herşeyi “Babalar gibi satmakta” görüyor. Evet Cumhuriyet’in bütün birikimlerini ‘haraç, mezat’ sattılar. Bugünkü yoksulluğun temelini biraz da buralarda aramak lazım.

Türkiye’nin kalkınması ve bugünlere gelmesinde tarımda ve sanayide kamusal yatırımların rolü büyüktür. Mevcut iktidarın satmakla bitiremediği pek çok kamu kuruluşunun temeli, Atatürk döneminde atılmıştır. Mevcut iktidar o dönemde yapılanların üzerine bir şey koyamadığı gibi, onları da satarak ayakta durmakta, tam bir ‘miras yedi’ konumundadır.

Sayın Kılıçdaroğlu’nun günümüz koşullarına göre yeniden devletçiliğe dikkat çekmesi, üzerinde önemle durulması gereken doğru bir saptamadır..

CHP 25-26 Temmuz’da çok zor bir zamanda, medyaya baskıların yoğunlaştığı, baroların bölünmek istendiği, tek adama dayalı sistemin uygulandığı bir dönemde kurultayını yaptı. Türkiye’ye demokrasi yolunda öncü ve örnek olmak gibi bir sorumluluğu üzerinde taşıyor.

Sayın Kılıçdaroğlu haziran ayı başında demokratik yaşam yönünden iki önemli öneri ortaya attı:

1. Siyasi partilerin seçime girmesi için, yüzde 10 barajını kaldıralım, yüzde 7, yüzde 5 ya da yüzde 3’e indirelim.

2. Milletvekillerini parti lideri değil millet belirlesin. Demokrasiden dem vuranlar var mısınız? Ne gezer, akşam söyledikleri sabahkini tutmuyor. Sosyal demokrasinin gerektirdiği demokratik anlayış CHP’nin tarihinde vardır.

Örneğin, 17 Kasım 1947’de CHP’nin 7. Kurultayı yapıldı. CHP’ye Genel Başkan vekili olarak Hilmi Uran seçiliyor. Meclis’te adil ve hukuka dayalı seçim yasası kabul ediliyor. DP kurulmuştu. Milletvekili Adnan Menderes, “Meclis kürsüsünden böylesi adil, dürüst ve hukuka bağlı seçim yasasını kabul ettiği için” Cumhurbaşkanı İnönü’ye ve CHP hükümetine teşekkür ediyor. Bu metin Meclis zabıtlarına da geçiyor.

Ne var ki aynı Adnan Menderes kendi iktidara gelince 1957 seçimlerine hile karıştırıyor. Dahası ‘Tahkikat Komisyonu’ kurarak CHP’nin kapatılmasını bile önerebiliyor.

Bu günkü iktidarla zihniyet aynı. Her şey iktidara gelene kadar. Mevcut iktidar 16 Nisan 2017’de mühürsüz oylarla rejimi değiştirmiş, şimdi de Cumhuriyetin köküne kibrit suyu dökmekle meşgul.

CHP Kurultayında birbirinden değerli 52 kişilik parti meclisi üyeleri ile Türkiye’nin demokratikleşmesi ve nefes alması konusunda umut olmuşlardır. Tarih omuzlarına büyük sorumluluklar yüklemiştir. Her biri hiç kirlenmemiş, hemen her meslek grubundan liyakat sahibi insanlar.

Sayın Kılıçdaroğlu genelde pasif yönelimlerle eleştiriliyor. Geçtiğimiz yerel seçimler ve Adalet Yürüyüşü ile onun öyle olmadığı görüldü. Bazen ‘daha uzağa atlayabilmek’ için birkaç adım geri geri gidilebilir.

İktidarın ‘seccade’ oyunlarına gelmiyor. “Senin istediğin yerde, senin sahanda değil, benim istediğim yerde, kurallarını benim belirleyeceğim minderde güreşe tutuşmayı” öngörüyor, haklı olarak.

Her ne kadar hayatın akışı içinde bazı olumsuzluklar olsa da, CHP ilk seçimlerde iktidara koşuyor. Tarihin akışı ve toplumsal dinamikler bunu gösteriyor.