(2003 yılındaki eğitim sistemimizden bir yazı. Bakalım o günden bu güne neler değişmiş...)
Bütün okul çocukları tatili sever. Biz de talebeliğimizde tatili seviyorduk, ama okulu da severdik.
Öğretmenimizi de, “annemizden babamızdan çok severdik” diyerek herkesin beylik deyimini kullanmayayım, ama ayrı bir sevgi ve saygı duyardık. O bambaşka bir sevgi ve saygıydı.
İlkokul birinci sınıfta olduğumuz zamanlardı sanıyorum, biz sokakta oynarken öğretmenlerimiz oradan geçerken bize yaklaşınca, hepimiz sıra olur ve selam verirdik. Daha orijinali ise o geçip ilerleyince, koşar, onu yeniden geçer ve yeniden sıraya dizilir, yine selamlardık. Ve bunu 2-3 defa tekrarlardık. Öğretmenler de tatlı tatlı gülümseyerek hiç erinmeden, üşenmeden bizi selamlarlardı.
Şimdiki talebeler en küçüğünden en büyüğüne kadar okulu sevmiyor. Bunu 2-3 aydır inceliyorum. Yaşıtlarıma soruyorum, ailelerin çoğu bu durumdan şikâyetçi.
Şimdi bunun nedenlerini hepimizin, bilhassa eğitimcilerin araştırması lazım. Bu çok ürkütücü bir durum; sevilmeyen işten hayır gelmez.
Ben eğitimci değilim ama bazı önerilerimi söylemek istiyorum. İlkokul 3’cü sınıftaki bir öğrencinin matematik problemlerini lisedeki çocuklar çözemiyorsa bu o çocuklara eza ve cefadır. Çocuklara her gün 2-3 saat çalışacak kadar ders veriliyorsa bu o çocuklara eza ve cefadır. 7 yaşındaki çocuğun sırtına bir çanta sarılıyor ve bu da hamam bohçasından daha ağırsa bu bir eza ve cefadır. (Bu bile insanı okuldan soğutmaya yeter.)
Çocuğun en güzel öğrenme yaşı olan 9-12 yaşında yabancı dili öğretmeye başlamayıp, 13 yaşından sonra da yarım yamalak, eksiklerle dolu okulda öğretmensiz, kitapsız, yabancı dil gibi ince ve zor bir şeyi öğretmeye kalkmak eza ve cefadır.
Çocukları her gün yarış atı gibi yarıştırırsanız. % 70 lüzumsuz bilgilerle kafalarını doldurursanız, bu da yetmez gibi çocukları bir de dershane kıskacına sokarsanız bu çocuklara eza ve cefadır. Ayrıca gidemeyenlere de büyük haksızlıktır.
Bir önceki kuşağın lisanını bir sonraki kuşak anlamıyorsa bu eğitim ve öğretim değildir. 3-4 aylık kurslarla öğretmen yetiştirdiğini sanıp bunlara çocukları emanet etmek eza ve cefadır.
İstanbul’da, en lüks yerlerde doğup büyüyen sonra da öğretmen olanları en ücra köylere gönderip, 3-5 ay sonra da milletvekillerini devreye sokup tayin yaptırarak okulu öğretmensiz bırakmak çocuklara eza ve cefadır.
Öğretmen olacak kimse önce bir köyde en az 3-5 yıl kalmalıdır ve başından bu durumu bilmeli ve kabul etmelidir.
Öğretmeni bile okumayan, okuma zevkini almayan insanların yaptığı öğretmenlik çocuklara eza ve cefadır.
Şimdi ilkokulu Almanya’da okuyan biriyle konuştum. Orda bir çocuk ilkokulda, ölüm hariç öğretmen ve okul değiştirmiyormuş. (Şehir değişikliği başka.) Çocukların, daha ilkokul son sınıftayken hangi mesleği seçecekleri okulda bir kurul tarafından belirleniyormuş.
Bursa’da yaşayan ve burada iş yeri olan makine mühendisi bir Fransız,”Sizin eğitim sisteminiz çok fena, çocukların kafasını üniversiteye varıncaya kadar boş şeylerle dolduruyorsunuz. Bu yüzden çocuklar da üniversitede bir şey öğrenemiyor. Bizde talebe öğreneceğini üniversitede öğreniyor” diyormuş.
Saygı ve sevgilerimle.
17.03.2003