Ramazan gecelerinin vazgeçilmez sorulu, cevaplı programları çok sayıda TV'de izleyicilere sunuldu. Çok faydalı soru-cevap trafiği olduğu gibi, saçmalık yarışında şampiyon olabilecekler de oldu.

İlginç bir örneği geçen cumartesi günü izledik. Bir hanım izleyici, "Rüyamda doğacak çocuğum için bir isim tavsiye edildi ama o ismi çocuğuma koymadım. Başka bir isim koydum. Bundan bana bir sorumluluk ve günah düşer mi?" şeklinde bir soru sordu. Program sunucusu hoca efendi de cevaplamadan önce bayağı bir şaşkınlık yaşadı ve öyle bir sorumluluk ve günahın olmayacağını söyledi.

Ertesi gün Hürriyet gazetesinin pazar ekinde; Zeynep Bilgehan Hanım'ın Çernobil olayı ile ilgili harika bir yazısı çıktı.

Zaten yazımızın konusu; Zeynep Hanım'ın yazısı olacak. Okuduğunuzda siz de aynı şekilde düşünecek misiniz bilmiyorum.

Konu çok ciddi. Biz lafı uzatmadan geride bıraktığımız yüzyıl yaşadığımız felaketin tam olarak anlatılmadığı sezgisini veren ve o devrin devlet adamlarının tutumlarındaki güvenilirliğine bakalım:

"6 Mayıs'ta gösterimi başlayan Chernobyl HBO dünyada büyük ilgi topladı. Ülkemizde de yayınlanmasının gecikeceğini pek sanmıyorum. Ben bazı alıntılar yaparak, ulusça yaşadığımız büyük tehlikeyi anlatmaya çalışacağım.

26 Nisan 1986 günü Çernobil santralinde patlama oluyor. Olayı 2 gün sonra radyasyon etkisi altında kalan İsveç hükümeti duyuruyor.

Radyoaktif etki Türkiye'ye 1 Mayıs'ta ulamıştı ama olayı Türkiye gazetelerden öğrendi...

Ortalık karıştı tabii... Soru yağmuruna tutulan Turgut Özal: "Yahu kardeşim, bu işi teknisyenler bilir. Bana niye soruyorsunuz. Yayıldıkça etkisi azalıyormuş." açıklaması yapıyor.

Asıl endişe çay hasadından sonra başlıyor. Batılı kaynaklar nükleer yağmurla yıkanan Karadeniz çayında yüksek radyasyon olduğunu ileri sürüyorlar. Aileler çocuklarına çay içmeyi yasaklıyor. 6 Aralık 1986 günü Cumhurbaşkanı Kenan Evren, "Bize radyasyondan, madyasyondan bir şey olmaz." diyor. Başbakan Özal, "Azıcık radyasyonlu çay sağlığa faydalı. Korkmadan içilebilir, radyasyonlu çay lezzetli oluyor." şeklinde espri yapıyor. Ticaret Bakanı Cahit Aral kameralar önünde çay içiyor ve demlenince radyasyon olayının düştüğünü iddia ediyor. Burada benden bir not, 'Maşallah rüyasında tavsiye edilen ismi çocuğuna koymadığı için üzülen hanımla sanki yarış halindeler.'

62 ton çay Almanya'dan geri yollanıyor. Buna rağmen geri gelen çayın akıbeti belli değil.

9 Mayıs 1986'da radyasyon yayılımını gösteren haritada, Zonguldak'tan başlayıp Gürcistan'ın Batum şehrine kadar uzanan Karadeniz kıyısı ve iç kesimleri, Çorum, Amasya, Tokat radyasyon altında görünüyorlar.

Nükleer tesiste görevli 444 işçiden 28'i üç ay içinde ölüyor. Bölgenin tahliyesinde çalışan 830 bin memurdan 112-125 bini sonraki 20 yılda hayatını kaybediyor. Çernobil reaktörlerinin tamamı ancak 2000 yılında kapatılabildi. Koruma çalışmaları 2065'e kadar sürecek.

BM'nin 2018 raporuna göre 6.000 kişiye Çernobil kaynaklı tiroit kanseri teşhisi konuyor.

Çevre Örgütü Greenpeace'in 2017 raporuna göre, Türkiye'de lösemi vakaları 1986 öncesi yüzde 0,7 iken, facianın ardından yani 1986 sonrası yüzde 2'ye çıktı. Kanserle savaş dairesi verilerine göre 1984'te kanser vakalarına yüz binde 19,2 oranında rastlanıyordu. 1996' da yüz binde 63,46 (üç katından fazla) olduğu bildirildi.

Sabancı Üniversitesi İstanbul Politikalar Merkezi Uzmanı Dr. Ümit Şahin'in, 'Nükleer Enerjinin Devri Kapandı' başlıklı kısa yazısını alarak yazımızı sonlandıralım:

'Kamuoyu araştırmaları Türkiye'de en az üçte ikisinin Mersin ve Sinop gibi nükleer projelerinin olduğu yerlerde halkın yüzde 80'inden fazlasının nükleer santral istemediğini gösteriyor.

Çernobil'in simgesi radyasyonlu çayı kimse unutmadı. İnsanlar dizide kazanın nasıl örtbas edildiğini görünce, 'Aynı şey Türkiye'de tam da böyle olurdu.' diyor. Yenilenebilir enerjinin gelişmesiyle nükleer enerji, pahalı enerji üretim biçiminden biri oldu. Devri kapanmış ve tehlikeli bir üretim biçiminde ısrar etmenin mantığı yok."

Yazımda kullandığım bilgilerin tamamı Zeynep Bilgehan'ın yazısından alıntıdır. Türkiye'mize çok önemli uyarılarda bulunmuş. Teşekkür ediyorum.

Türkiye'de kurulmakta olan nükleer enerji santrallerinin yapımını uygun buluyordum. Son derece yanlış görüşe sahip olduğumu anladım.

Yani, mümkünse Sinop ve Mersin de gerçekleştirilecek Nükleer enerji santrallerinin yapım işleri hemen durdurulsun. Yoksa Allah göstermesin kaza halinde felaketi yaşamakla kalmayıp zarar gören dış ülkelere yüklü tazminat ödemek vs. gibi tatsız durumlarla karşılaşabiliriz.

Gönlümüzden geçeni yazdık. Ama yenilenebilir enerji kapasitemizin ihtiyacı karşılayamayacağı da açık. Zaten nükleer enerji santralleri ile bu ihtiyacın karşılanması düşünülüyordu. Bu kadar riskli bir yolla bu açığı kapatmak yerine evvelce kullanılan klasik sistemlerle ihtiyacı karşılamanın beladan kaçmayı sağlayacağını düşünüyorum.

Yaşasın, yenilenebilir enerji!

En güzel günler sizlerin olsun.