“Baba bana top al.”     “Ali, al sana top.”

“TOP”, daha çocuk yaşlarımızda körpe beyinlerimize gizli bir şifre olarak sızdırılmaktadır. Sistem (emperyalizm) ve hempaları çok iyi bilmektedirler ki futbolun simgesi olan “top”, toplumların uyuşturulması için en önemli ve değerli araçtır. 

1980’li yılların ortalarında Sam Amca’nın oryantalist maskeli “Tonton Amcası” vardır… Hani şu birlikleri tombul bacaklarını açıkta bırakan beyaz şortuyla denetleyen Turgut Özal… O yıllarda bir “Çikita muz” gündemi dayatmıştır topluma. Millet günde beş öğün “Çikita muz” konuşur olmuştur.

“Çikita muz” ithali ile ilgili bir soruya, “Ellerine bir muz verdik… Onlar konuşuyor biz işimize bakıyoruz…” diye yanıt vermiştir.

Ama "Tonton Amca"  ile başlayan süreci anlamak için, biraz arkamıza dönüp bakma gereğini duydum. Malum şimdi de elimize bir top verdiler muz yerine… Biri sivri, biri yuvarlak...İkisini de, al koy cebine..

Gel zaman, git zaman bir Gazanfer çocuk varmış… "Baba, bana bir top al" demiş... Babası da tıpkı Alfabe'de bize ezberletilen cümle ile cevaplamış onu. "Al, Gazanfer, sana bir top…"  Çocukmuş Gazanfer, sevinmiş, oynamış o topla. Sonra "Ali bana top at" demiş... Ali, ona top atmış.

Çark böylesine dönüp gitti, top oynadık mahalle aralarında... Sonra takım tutar olduk.

Gel zaman, git zaman topa tekme vuran benim trajikomik ayaklar, beni Kemalist Devrim'le yol arkadaşı yaptılar. Topu unuttuk.

Başbakan, pek usta bu hususta… Ne de olsa eski topçu… Ah Eşbaşkan, ah, ne ustasın sen… Diller düştük senin yüzünden…

Derken bir sabah erken, bir baba hindi topu havaya dikti… Onu gören medya, balon gibi şişti de aman yapıştı tavaya…

Aralık 2010’da “iyi saatte olsunlar”a malum olmasıyla başlatılan “Şike Soruşturması” futbol sezonu sona erip, lig tescil edildikten, genel seçimler ve Futbol Federasyonu seçimi biter bitmez yakan top gibi havaya dikilmiştir.

Bir taşla, bir topla, kaç kuş vurulup düşüyor dersiniz?… Bu tertibin bir başka tarafı ise daha önce yaşadığımız Ergenekon, Balyoz vb uygulamalarda görüldüğü gibi gözaltıların ardından bir gün bile geçmeden verilen ifadelerin medyaya sızdırılmasıdır. Soruşturmanın gizliliği ilkesinin ihlal edilmesi, artık "vaka-i adiye" haline gelmiştir. Hukukun guguk kuşu olduğu ülkelerde görülebilecek bir ucubedir bu. Ayrıca “çayın taşı ile çayın kuşunu vurmak” diye bir söz vardır. “Bundan iyisi Şam’da kayısı…”

Toplum “yakan top” ile oyalanırken gazetelerden birkaç haberi paylaşmaya çalışalım.

“Şımarık Ortodoksların Soykırım İftirası”

AKP iktidarının “Kilise Açılımı”yla şımarttığı Ortodokslar, tavize doymamışlardır. Avrupa ve ABD’nin baskısıyla Heybeliada’daki yetimhaneyi Fener Kilisesi’ne veren, Fener Papazı’nın ekümenikliğini tanıma yolunda adım üstüne adım atan, Trabzon’daki Sümela Manastırı’nı ibadete açan ve Anadolu’daki birçok kiliseyi milyonlarca lira harcayarak ihya eden İktidar’a bu kez de “Soykırımları itiraf et” denilmiştir.

Parlamentolar arasında görev yapan “Uluslararası Ortodoks Kurumu” Ermeni, Rum ve Süryanilere karşı soykırım yapıldığını belirterek, Türkiye’ye ‘Soykırımla Yüzleşme’  çağrısı yapmıştır.

28 ülkeden temsilcilerin 21-24 Haziran tarihinde Fransa’nın başkenti Paris’te yaptıkları Uluslararası Ortodoks Kurumu Yıllık Genel Kurul toplantısında Osmanlı İmparatorluğu döneminde, Ermeniler ve Rumlar başta olmak üzere Süryanilere karşı gerçekleştirilen soykırımı kınadıklarını açıklamışlardır.

Bütün kurum delegelerinin ortak görüşüyle alınan kararın okunmasından sonra tüm delegelere, Ermenistan ve Ermeni halkı adına teşekkür edilerek, Türkiye’ye de soykırımı kabul çağrısı yapılmıştır.

Süryani Soykırımı Araştırma Merkezi Seyfo Center Başkanı Sabri Atman ise yaptığı açıklamada alınan kararı büyük bir memnuniyetle karşıladıklarını ve bu karardan dolayı kuruma bir kutlama gönderdiğini söylemiştir.

Atman açıklamasında, 28 ayrı ülkeden temsilcileri bulunan ve BM ile yakın ilişkisi olan kurumun aldığı kararın önemli bir başarı olduğunu ve uluslararası alanda etkinliklerinin olacağını belirtmiştir. Seyfo Center adına yapılan açıklamada ise Süryani soykırımı iddiasını başka ülkelerde de kabul edileceğini söylemiştir. (Yeniçağ Gazetesi, 04 Temmuz 2010)

Buyurun buradan yakın… Hani derler ya "Gel de ispirto içme"... Görünen o ki ufukta yeni bir emperyal virüs hizmete girmiştir. “Süryani Soykırımı”… Pek yakında sahne alacak olan “Süryani Açılımı” için işbirlikçi medyamız amade olarak psikolojik savaşa hazırdır.

Bir baba hindi sahaya indi… Yakan topu havaya dikti… Onu gören medya balon gibi şişti…

“Yabancı Şirketlere Tapu Hakkı Geldi”

Tapu Kanunu’nda değişiklik öngören 5782 sayılı Kanun’un 12 Mayıs 2011 tarihinde Anayasa Mahkemesi tarafından da onaylanmasıyla birlikte yabancılara toprak satışının önündeki bütün engeller kaldırılmıştır. Artık yabancı gerçek kişilerin yanı sıra yabancı ülkelerde kendi kanunlarına göre kurulan tüzel kişiliğe sahip yabancı şirketler de tapu sahibi olabileceklerdir.

Yabancı şirketler bugüne kadar işletmesini aldıkları TÜPRAŞ, TELEKOM, bankalar gibi şirketlerin, maden alanlarının, limanların, enerji tesislerinin, derelerin tapularını alabileceklerdir. 

Bugüne kadar yabancı şirketlerin 29 ya da 49 yıllığına Türkiye’nin yüzölçümünün yüzde 17’si kadar, 150 bin kilometrekarelik maden alanı işletme hakkına sahip olduklarını hatırlatmama izin verin lütfen…

Lozan’ın İmhası…

Emekli Tapu Kadastro Genel Müdür yardımcısı Orhan Özkaya, 12 Mayıs 2011 tarihinde Anayasa Mahkemesi’nin verdiği kararla "Yabancılara Taşınmaz Satışı" önündeki engellerin kaldırıldığını belirterek “Bu hem Lozan Antlaşması’nın ortadan kalkması hem de ülkenin güvenliği açısından çok büyük bir tehlike anlamındadır” diyerek yaşamsal bir durumun altını özenle çizmiştir. 

Ormanlar da Yabancıya…

5761 Sayılı Turizmi Teşvik Yasası’yla ilgili olarak daha önce Anayasa Mahkemesi’ne iptal başvurusu yapıldığını hatırlatan Orhan Özkaya açıklamasını şöyle tamamlamıştır: “Bu başvuru, 14 Mayıs 2011 tarihinde reddedilmiş oldu. Bu yasa neyi getiriyor? Bu yasa ile Türkiye ormanlar, golf sahası, turizm tesisleri, sağlık turizmi, yabancı huzurevleri yapmak amacıyla yabancılara satılabilecek. Herhangi bir turistik yabancı şirket orman alanlarını talep ettiğinde, bu yasa kapsamında Türkiye ormanları onlara verilmiş olacak. Burasının orman olması fark etmeyecek. Tartışması bile yapılamayacak. Kurulacak komisyonlar buna tamamen yetkili olacaklar. Türkiye sahipsiz bir noktaya getirilmiş vaziyette.” (Yeniçağ Gazetesi, 04 Temmuz 2010)

Türkiye’nin yağmalanması, babalar gibi satılması bütün vahşet ve dehşetiyle sürerken “Şike Soruşturması”nın izdüşümü olarak Deniz Feneri sanıkları da gözaltına alınmasın mı? Var bu işte bir hayır derken, gazetede bir haber; “Bir sanık aynı suçtan iki yerde yargılanamıyor. Türkiye’deki davada iddianame hazırsa, Almanya’da takipsizlik kararı verilecek ve dosya Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı’na gönderilecek” (http://www.guncelmeydan.com/pano/deniz-feneri-gozaltilarinin-perde-arkasi-almanya-dan-kaciriyorlar-t28807.html)

Var bu işte bir şer… Yandaş medya acaba ne der?

Ne diyecek? "Büyük Abi bana bir top al." "Al sana bir top…"

Malum, top yuvarlaktır, hangi kalede gol olacağı biraz o topa vuranın, biraz da topun keyfine kalmıştır.

Benim trajikomik 39 numara ayaklar, o topun yanlışlıkla da olsa kendisine pas olarak atılmasını sabırla beklemektedir.

Sabırla... Sabır taşı çatlamak üzeredir.