Sebze ve meyve fiyatlarının son günlerdeki füze gibi yükselişi gündemin ana konusu iken; İstanbul Kartal’da yıkılıp 14 vatandaşımızın yaralanmasına, 21 vatandaşımızın hayatını kaybetmesine neden olan binanın çökmesi gündemin diğer bir ana maddesi oldu. Olayın hemen ardından komşu binaların da sorunlu olduğu ve yıkılma kararı alınması ise diğer bir gündem maddesini oluşturdu.

Yıkılma olayından önce, sebze ve meyve fiyatları ile ilgili yazı kaleme alma hazırlığı içerisindeydim. Ancak, İstanbul Kartal’da bulunan bir binanın yıkılması ve günahsız vatandaşlarımızın kazaya kurban gidişini atlamak doğru olmadığından; birbiri ile pek de ilgisi olmayan iki yazıyı köşeme taşımaya karar verdim ve yazımın başlığını “Çatal Yazı” koydum.

Şimdi sonraki çataldan başlayalım.

Bina yıkıldı ya… 20 sene kadar önce meydana gelen, önce Erzincan ve Marmara bölgesi depremi ile tanıdığımız bilginlerimiz ortaya çıktılar. Bilginlerimiz, “İstanbul’da yakın bir gelecekte deprem olacak, yarısından fazlası deniz kumu ile yapılmış olan binaların %70’i yıkılacaktır” dediler.

Deniz kumunu söylediler, ama 70’li, 80’li ve 90’lı yıllarda susuz kalan İstanbul’da inşaatlarda zamanında sulanmayan betonların çok daha çürük olduğunu söylemeyi unuttular. Aslında sorun sadece İstanbul’a has olmayıp, bütün yurdumuz için geçerlidir.

Kartal’da binanın yıkılmasından sonra da üzerinden 20 sene geçmesine rağmen üzerine tek kelime eklemeden aynı şeyi söylediler. Çözüm, “Kentsel dönüşümdür” dediler. Kentsel dönüşümün doğruluğunda şüphe yok ama yapılması şart, uzun zaman isteyen bir çözüm. Kentsel dönüşüm çalışmaları sürerken daha pratik kısa zamanda gerçekleşebilecek çözümleri de geciktirmemek lazım.

Ben, diyorum ki; mühendis – mimar değilim. Deprem bilgini profesör hiç değilim. Ama yazacak bir – iki önerim var.

•Çok katlı binaların altında titreşimli darbeli makinaları olan iş yerleri olmamalıdır. Böyle makinalar binayı zamanla yorup yıkımına neden olabilir. Zaten, o tip makinaların iş yerlerinin bir – iki katlı olması, üzerinde meskûn mahal olmaması gerekir.

•Bir de gelişmiş hiçbir ülkede olmadığını düşündüğüm, “kolon kesme” deliliği var. Bunu yapan deliler çok tehlikeli insanlar olduğundan; akıl hastanelerinde ömür boyu tutulmalılar.

•Prof. Dr. Ahmet Ercan’dan iç ferahlatıcı bir açıklama var. Kaybolmadan onu buraya ekleyelim, “Beklenen İstanbul depremine gelince… Kuzey Anadolu kırığında sarsıntısız sürtünmeli yürümenin oluşmasıyla İstanbul ve Tekirdağ kırıklarında beklenen depremin büyüklüğü onda bir oranında azaldı. Dörtte bir oranında da yıkıcılığı düştü. Çıkan enerji olması gereken depremin onda biri kadar enerjiyi boşaltmış oldu.(Sözcü Gazetesi sh.9)”

* * *

Geldik ilk niyetimiz olan Çatal’ın birinci dalına:

Efendim, bizim rahmetli Ordinaryüs Prof. İstanbul Valisi ve Belediye Başkanı Fahrettin Kerim Gökay’la başlayan, rahmetlinin manav önlüğü giyip domates satması gibi antika olayı 70 sene önce gördüğümüzü anlatabilme imkânımız var.

Bu tür girişimlerde hep kabzımal gibi fiyatları parlatanlar olduğu söylendi, yazıldı ve çizildi. Çare olarak tanzim satışı vs. gibi kuruluşlar yapılarak fırtına atlatılmaya çalışıldı.

Bu, 70 sene içinde soğan ve patatesin tarla kenarında çürüdüğü, üreticinin büyük zararlar gördüğü çok seneler gördük.

Kabzımallar o senelerde de bu ülkede yaşıyorlardı, ama o durumdan özel marifet çıkarıp, kendilerine çıkar sağlayamadılar. Durum ayna gibi ortada. Arz – talep dengesinin bozulmaması gerekiyor.

Sıkı durun!

Ben bu işe köklü çözüm için uğraşacağım. Şu anda yapılan tanzim satışına benzer olaylar günü kurtarmak için iyidir ve gereklidir. Geçmişteki çözümlerin ömürlü olmadığı gibi bunlar da ömürlü olmayacaktır.

600 sene önce yaşamış olan ibn-i Haldun’un; “Coğrafya Kaderdir” dediği gibi işi götürürsen bu olumsuzlukları zaman zaman yaşarsın. Teknolojinin sağladığı kolaylıkları kullanırsan zorlukları aşarsın. Bu açıdan olayı sürekli çözme penceresinden bakalım.

falan bir kenara bırakıp gerçeği konuşalım. Olay Antalya’da olumsuz hava koşullarına ve hortum gibi ülkemizde az görülen doğal felaketleri hesaba katılmadan yapılan kalitesiz seraların yerle bir olması sonucu üretimin durma noktasına gelmesinden kaynaklanmıştır.

Peki; Antalya’ya bağımlı olma zorunluluğu günümüzde çok mu gerekli?

Artık o kadar gerekli değil. Seralar, sebze ve meyve yetiştiriciliğini daha rantabl hale getirmişlerdir. Üstelik seraların daha verimli hale gelmesi kaplıca sularından faydalanarak sağlanabiliyor. O zaman komşu illeri kaplıcalarla dolu olan İstanbul bu illerde sebze ve meyvesini yetiştirirse;

•Nakliye masrafını çok azaltır.

•Her hangi bir yerde olumsuz hava şartları olursa, olumsuzluğa uğramayan yerlerden ihtiyacını karşılar.

•Bu açıdan bakıldığında çok olumlu durumun doğacağı aklıma geliyor ama bunu kâğıda dökmekte zorlanıyorum.

Yani özetleyecek olursak büyük tüketim yeri İstanbul’u Antalya – Mersin – Adana’ya bağlayan hava sıcaklığı farkı önemini kaybetmiştir.

Önlemlerin bu bakış açısı ile ele alınmasının getireceği çok çözüm oluşacaktır.

Bu yazıyı 11 Şubat Pazartesi günü kaleme aldım. Cuma günü yayınlamayı bekliyordum. 12 Şubat Salı günü Abdülkadir Selvi Hürriyet gazetesindeki köşesinde güzel ve faydalı bir yazı yayımladı. Benim yazmaya çalıştıklarımı çok daha detaylı ve güzel anlatıyordu. Profesyonel gazetecinin haber edinme avantajı farklı oluyor.

Yazıda, Türkiye’nin “Termal Haritası”nın çıkarılacağını ve termal imkânlarımızın seraları da kaliteli yaparak kullanılacağını yazıyordu.

Problemi çözmenin yolu budur. Çok mutlu oldum.

En güzel günler sizlerin olsun.