“Paralel Devlet” kavramı ilk kez, Amerikalı siyaset bilimci ve tarihçi Robert Paxton tarafından Nazi Almanyası’nı incelediği doktora çalışmasında kullanılmıştır.
Kavramın dünya çapında bir değer ve ün kazanması ise Paxton'ın 2004 yılında güncellenerek basılan “The Anatomy of Fascim” (Faşizmin Anatomisi) adlı çalışması ile mümkün olmuştur.
Bu çalışmada Paxton, İtalya ve Almanya'daki faşist yönetimlerin siyasal ve psikolojik yöntemlerini ve faşist bir yönetimin kurumsallaşmasını anlatmıştır.
Paralel Devlet, mevcut devleti tamamen ele geçirmiş bir siyasi erkin ideolojisi ve uygulamaları doğrultusunda o siyasi gücün emrinden asla çıkmadan hareket eden ama kendi içinde adeta bir devlet yapılanmasına sahip olan, hatta bazen devletten fazla yetkilere sahip olan resmi veya sivil organizasyonlar için kullanılmıştır.
Türkçede kullanılan “devlet içinde devlet” veya “derin devlet” kavramlarıyla bir bağlantısı yoktur.
Bilindiği üzere “derin devlet” emperyalizmin müdahil olduğu ülkelerde NATO eliyle kurdurulan (Kotrgerilla, gladio vb adlar verilen) o ülkenin küresel çetelerin denetiminde kalması için her türlü eylemi yapan ve/veya yaptıran yapıdır. Dedik ve geçtik… Çünkü konumuz değil…
“Paralel Devlet”e en güzel örnek Nazi Almanya’sında Gestapo adıyla bilinen teşkilattır. “Gestapo”nun açılımı “gizli polis devleti”dir. Gestapo’nun görev tanımında en önemli iş siyasi casuslar ile muhalifleri bertaraf etmektir. Ayrıca SS’ler de benzer bir paralel devlettir.
“Paralel devlet” yapılanmasından amaç mevcut devlete egemen olan grubun kendi iktidarını garantiye almak için kurduğu özel teşkilattır.
Türkiye’de yakın dönemde “paralel devlet” kavramını ilk kullanan İmralı’daki malum hükümlü Abdullah Öcalan olup F tipi yapıyı kastetmiştir. 17 Aralık 2013’den sonra Erdoğan tarafından kullanılan “paralel devlet” için danışmanlarının Öcalan’dan kopya çektiklerini söylersek pek de yanlış olmaz.
Burada tarihe dışarıdan bakmaya çalışırsak, kavramların zaman içinde anlamsal değişikliklere uğradıklarını, dilin de canlı bir yapı olduğunu söylememiz gerekir. Her türlü kavram emperyalizmin çıkarlarına göre tahrif edilerek toplumların algıları üzerinde oynanmaktadır. Örnek; demokrasi, insan hakları, çok kültürlülük, çevrecilik, feminizm vb…
Bizce “paralel devlet”, devlete rağmen devletin çeşitli kurumlarının içinde, bazen de dışında yer alan bir yapılanmanın; bazen ülke içindeki bir grubun, bazen de bir dış ülkenin çıkarlarına hizmet amacıyla oluşan yapılanmadır. Bir dış devletin çıkarları söz konusu olduğunda “paralel” yapının Gladyo ile ilişkilendirilmesi kaçınılmazdır.
Bu ve benzeri yapılar devlet yönetiminde zaafın oluştuğu dönemlerde ortaya çıkarlar. Siz iktidar olmakta zaaf gösterirseniz bırakılan boşluk birileri tarafından doldurulur. Hayatın olmazsa olmaz yasası budur. Bir diğer deyişle “paralel devlet” bir sonuçtur. Önemli olan bu sonucu ortaya çıkaran süreci irdelemek ve sebep-sonuç bağlantılarını ifade etmektir.
Öyleyse “paralel devlet” kavramına “devlet” olgusundan yola çıkarak devam edelim. Devlet, tarihin her döneminde çeşitli kurumlardan oluşan bir yapının şapkasıdır. Yasama, yürütme, yargı, ordu, her türlü istihbarat birimi vb yapıdan oluşan senfonik bir orkestraya benzer.
Her egemen güç, kendi iktidarını sürdürmek için devleti oluşturan kurumlarla ayakta kalmaya çalışır. Devlet yapısında diğer bir devletin veya devletlerin uzantılarının oluştuğu dönemlerde de “paralel devlet” ten söz edebiliriz.
Egemen güç ile oluşan paralel yapı arasında çıkar çatışması olmadığı sürece ilişkiler yatağında durgun akan bir ırmak gibi dingindir. Al gülüm, ver gülüm muhabbeti… “Ne istediniz de vermedik?”
Osmanlı tarihine bakarsak, “paralel devlet” tanımına en uygun yapının devletin zaafa uğradığı dönemlerde Yeniçeri Ocağı olduğunu söyleyebiliriz. Yeniçerilerin, kaç vezir ve sadrazamın katline, kaç padişahın halline sebep oldukları tarih kitaplarında ayrıntısıyla kayıt düşülmüştür.
İktidarı oluşturan çeşitli unsurlar da Hanım Sultanlardan, vezirlere kendi beklenti ve çıkarları için Yeniçerileri kullanmışlardır. Bir diğer deyişle “paralel yapılar” farklı kesimler tarafından tedarikçi, tetikçi olarak taşeronluk yapmışlardır. Kazan kaldırıp bir padişahı halleden Yeniçerilerin yeni padişaha karşı da kazan kaldırmaları her dönemde mümkün olmuştur.
Yeniçerilerin 1826’da II. Mahmut döneminde tasfiye edilmesinden sonra alınan bir karar vardır. Yeniçeriler Bektaşi tarikatına mensup oldukları için buralarda toplanarak bir kalkışma ihtimaline karşı Bektaşi Tekkeleri Nakşibendî tarikatına devredilmiştir. Bununla da kalınmamış, Bektaşilerin Nakşibendî şeyhlerine biat etmeleri için baskı yapılmıştır.
Yeniçerilerin olası bir kalkışmasına karşı yapılan bu hamle devlet içinde iktidar emelleri olan Nakşibendîleri giderek güçlenen paralel bir yapıya dönüştürmüştür.
Bektaşilerin tekkelerine kavuşmaları için 1908 İkinci Meşrutiyet dönemini beklemeleri gerekmiştir.
Dönemin emperyalist ülkelerinin İngiltere, Fransa, Rusya ve Almanya’nın Osmanlı Devleti’ne müdahil olduğu zaaflar döneminde ise İngilizci, Fransızcı, Rusçu paşaların da bir paralele devlet oluşturduğu burada hatırlanmalıdır. Kurt kocayınca köpeklere rezil olurmuş…
Tarikatlar içinde siyasi iktidar olmak isteyen en önemli yapı hemen her dönemde Nakşibendîler olmuştur. Nurculuk denen hareketin kurucusu Said-i Nursi’nin de çıkış noktası Nakşibendîliktir. Nurcular da özellikle 1950’den sonra kendilerini “sağ”, “muhafazakâr”, “mukaddesatçı” olarak ifade eden siyasi yapılara destek vermişlerdir. Bu ve benzeri yapıların iktidarlar ile ilişkileri deniz-tuz ilişkisine benzer. Olduklarını bilirsiniz ama çıplak gözle fark etmekte zorlanırsınız. Tarikatlar, blok oyların sandığa yönlendirilmesinde kolaylaştırıcı olmuşlardır.
Nurculardan çıkan türev bir yapı da F tipi örgütlenmedir. Kaçınılmaz olarak siyasetle ve iktidar olgusuyla ve dış ülkelerle ilişkilidirler.
AKP’nin kurucu ortakları arasında F tipi yapı da vardır. Şerif Mardin’in şu sözünün altını sabit kalemle çiziniz.
“Başbakan akıllı bir adam… Nakşî gelenekten geliyor fakat düşüncesi, teknolojide çok ileri bir Türkiye kurmak. Ancak onun da istediği toplum disiplinli bir toplum. Çünkü işler disiplinli toplumda kolay yürür.”
Paralel yapıları kendi beklenti ve çıkarları için kullananların hiç unutmaması gereken şey, bu yapıların her an taraf değiştirerek eski ortaklarına çelme takma ihtimalleridir. Civciv yumurtadan çıkmış kabuğunu beğenmemiş…
Osmanlı Devleti’nin son dönemlerinde İngiltere, Fransa, Rusya’nın paralel devleti olan paşalar içinde, dış güçlerin çıkarları değişince kaderleriyle baş başa bırakılmaları olmayacak iş değildir. Tencerem kaynarken, maymunum oynarken…
Siz buna Cumhuriyet döneminde ABD’nin çıkarlarına hizmet edenlerin 27 Mayıs 1960’dan sonraki durumlarını da ekleyebilirsiniz. (Bu konuda geniş bilgi için Yılmaz Dikbaş’ın “Atatürkçüler yenildi” adlı kitabını öneririm.)
Paralel yapıları besleyen ve ondan beslenenlerin sonları tarihte hiç iyi olmamıştır. “Köprüyü geçene kadar ayıya dayı demek” günü kurtarır gibi olsa da yarını karanlıktır.
AKP’nin kurucu koalisyon ortağı F tipi paralel yapıdan gelecek destek sayesinde “sadaret mührü” hayaliyle medet umanlar, onun asli sahibinin ABD olduğunu görmezden geldikleri sürece Erdoğan’dan bin beter olacaklarını da göremezler. Vah onlara… Tarih bilincinin olmayışı kaçınılmaz olarak körleşmeyi de beraberinde getirir. Bırakınız yakın tarihi, emperyalizmin desteğiyle sadaret mührü ihsan olunan Erdoğan’ın aynı destekçilerinin kösteğiyle ne duruma geldiğini görememek acınası bir durumdur. Siz eğer, paralel yapıların (E tipi ve T tipi vb) bir ABD projesi olduğunu görüp de o paralellerin birinden medet umuyorsanız tarihçilerin size verecekleri sıfatları biz yazmayalım. “Dinleyen söyleyenden arif gerek” demişler.
Çözüm, çerçevenin dışındadır. Türk devrim sürecinde hep Batı’ya giderek, hep Batı’dan medet umanlar kısa zamanda tökezlerken bu yanlışlardan ders alan Mustafa Kemal Atatürk, onların tersine Doğu’ya, milletine giderek Tam Bağımsız Türkiye’yi kurmuştur. Çare, milleti baş düşman emperyalizme karşı milli bir cephede birleştirerek Kemalist devrimi yeniden ihya ve inşa etmektir. Çerçevenin içinde kalanlar son tahlilde emperyalizmin arabasını çekmek zorunda kalacaklardır.
Bu dönemin karakteristiğini yazacak olan tarihçiler antiemperyalist milli birleşik cepheyi önlemek ve devrimi ötelemek için ABD ve işbirlikçilerinin irili ufaklı proje grupları oluşturarak milli birliği sağlayacak unsurlara “Buradan da bir şey çıkmaz” dedirterek yılgınlaştırdıklarını yazacaklardır. Ne demiştik? Dinleyen söyleyenden arif gerek… Çare, çerçevenin dışındadır…