Televizyonlarda, “Can Veren Pervaneler” adıyla klasik Türk müziğinin büyüleyici nağmeleri eşliğinde program yapan Hayati İnanç aynı adla bir kitap yazmış.
Programlarını severek izlediğim Avukat Hayati İnanç'ı bu güzel eseri nedeniyle telefon açarak kutlamıştım.
Televizyonda tarzı, tavrı, âdâbı ve Divan edebiyatına hakimiyetini çok beğendiğim Hayati İnanç’ın bu güzel kitabını okumanızı tavsiye ederim.
Pervane Farsça olup, döndüğünde bir mekanizmayı işleten bir eksene dikey olarak bağlanmış iki veya ikiden çok kanatları olan bir alettir.
Ayrıca pervane, geceleri ışık etrafında dönen küçük kelebeklere benzetilir.
Pervanenin ışıktan gözleri kamaştığı için ayrılamaz ve kendini fener, lamba şişesi, mum ve ampul gibi şeylere çarpar. Sonunda kanatları ve vücudu yanarak ölür.
Bu arada yanan ateş aynı zamanda mumu da eritip bitirmektedir:
Divan edebiyatında pervane sessiz ve gürültüsüz can veren sadık bir aşığı sembolize eder. Tek bir ışık etrafında döner ve kendini yakıp yok eder. Bu teklik vahdet ile ilişkilendirilir. Şem(mum) ilahi aşkı, pervane ise yanan, kavrulan vahdet yolundaki dervişi temsil eder.
Kanuni Sultan Süleyman çok sevdiği ve iltifat ettiği şair Bâki’ye öfkelendiği bir anda şiir kudretini konuşturarak onu memleketi Bursa’ya sürgün yönünde ferman eder.
“Bâki bed / Azm-i bülend / Bursa’ya red / Nefy-i ebed”
(Bâki kötü adam; yüksek kararım odur ki – memleketi olan- Bursa’ya gönderilsin, bir daha gözüm görmesin..)
Sultan’ın bu şiiri, şiirin sultanına çarpınca aşağıdaki 4 şimşek çakar.
N’ola kim nefy-i ebed azm-i bülend olsa ey Bâki,
Bilesin ki, cihan mülkü değil Süleyman’a bâki,
Şehâ! Azminde isbat-ı tevehhür eyledin amma,
Buna çarh-ı güher dirler, ne sen bâki, ne ben bâki..
(Üzme kendini Bâki, ne olur ki Sultan seni Bursa’ya sürse, bundan bir şey çıkmaz,
Dünya Süleyman peygambere bile kalmadı, bu Süleyman’a mı kalacak?
Padişahım! Kararınızda öfkeniz açıkça görülüyor, iyi de kızıyorsunuz amma,
Unutmayın ki bu dünya geçicidir, ne sana kalır, ne de bana kalır…)
Everek’li Aşık Seyranî’de (1807-1866) âlemin çarkına şöyle bir yorum getirmiş.
Hırs var ise cihan kavgasız olmaz / Harp olmasa toprak boşalıp dolmaz,
Millet muhteliftir müttehit (birlik) olmaz / Tevrat, Zebur, İncil Kur’an var iken…
Yüzyıllar önce yaşanan hiciv ve mizahtan zamanımıza zerresi kalmamış.
Aptal dizilerde cinselliğin mağara dönemi sergileniyor. Güzel kızlar, yakışıklı gençler aptal, aptal bakışıp hemen aşık oluyor ve diziler hicran, hüsran, aldatma, vahşet, ölüm, cinayet ve intikam gibi gerilimi yüksek olaylarla devam ediyor.
Sanat, müzik, şiir, edebiyat, zarafet hiciv ve mizahtan eser yok dizilerde.
Ertesi gün gazetelerde bu aptal dizilerde oynayan gençlerin haftalık ve aylık aşkları tefrika ediliyor. Yetmezmiş gibi bu gençlerin nerede görüldüğü haber yapılıyor.
Televizyonlarda “Güldür güldür “ ve “Çok Güzel Hareketler Bunlar” adı altına sunulan mizahi programlarda bağıra, çağıra amele şakaları yapılıyor.
Refik Halit Karay diyor ki; Mizah süpürge sopası değildir, vurmak, dövmek, kaba kaba güldürmek için kullanılsın. Bu bir fırçadır, dimağımızın yorucu bilim ve hayat yolunda topladığı tuzları alır, nazik, ince bir iştir.
Alevî’ye sormuşlar“Alevle ilişkin ne ? Yanıtlamış;“Ateş böceği kadar.”
Nasıl ?”“Ateş böceği gündüz görülemez, geceleyin parlar, ben de aydınlıkta fark edilmem, irtica karanlığında parlarım.”
Pir Sultan Aptal da ne güzel söylemiş ;
Bir kişinin eli darlığa düşse, / Varıp onun halin kimse sormuyor,
Sonradan da eli varlığa yetse, / Onun bildiğini âlem bilmiyor…