Tarih, devrimler ile karşıdevrimlerin çelişmesiyle akan bir ırmaktır. Bu ırmağın durgun aktığı dönemler benzer hayatların hikâyesidir. Irmağın delifişek aktığı dönemler ise hayatların altüst oluşlarıyla kendini belli eder.
İnsanın hayat ırmağındaki akışında kendini ifade etmede en önemli belgeler arasında sanat eserleri vardır. Mağara duvar resimlerinden yazıya; şiir, müzik ve tiyatronun harman olduğu ritüellerden düz yazıya giden uzun yürüyüşte romanın hayatlarımızı ifadesi en yeni söyleyiş biçimi olmuştur.
İnsanlık ırmağının en uzun ve durgun dönemi olan tarım toplumundan kapitalist üretim tarzına evrilen hayatların yaşadıkları çelişme ve çatışmalar Servantes’in Don Kişot romanı ile yazıyla buluşur. (İlk yayımlandığı tarih, 1607) Dünya tarihinde kapitalist üretim tarzı ilk kez Avrupa’da yaşandığı için de roman Avrupa’dan dünyaya yayılan bir ifade biçimi olmuştur.
Kapitalimin emperyalist aşamaya geçmesi sonucunda diğer toplumsal yapıların kendi iç dinamikleriyle değişim ve dönüşümlerini engellediğinden küresel çetelerin sömürü cenderesindeki toplumlar için roman kendi hayatlarındaki yabancılaşmaların, kendi kültürlerinin ötelenmesinin acılarının ifade edildiği bir ifade biçimi olmuştur. Türk romanı da bu bağlamda değerlendirilecek bir söylemdir.
Döneminin küresel çeteleri olan devletler tarafından Sevr Antlaşması’yla paylaşılmak istenen Osmanlı Devleti’nin küllerinden doğan Türkiye Cumhuriyeti kanla, irfanla, devrimle kurulmuş bir ulus devlettir. İnsanlık tarihinde emperyalizme karşı kazanılan ilk zaferdir Kemalist Devrim… Ve artık tarih Kemalist Devrimden sonra emperyalistler için bambaşka bir sürece dönüşmüştür. "Mustafa Kemal İngilizleri yeninceye kadar Tanrı’yı da İngiliz zannediyordum…" der Hindistan’ın önderi Mahatma Gandhi…
Türkiye özellikle İkinci Paylaşım Savaşı’ndan sonra küresel çetelerin özel ilgi alanına girmiştir. Bunda Türkiye’nin bulunduğu coğrafyanın petrol ve doğalgaz gibi enerji kaynaklarının denetimi için amiral gemisi konumunda olması etkenlerden biridir. Diğer derin etken Türk Kurtuluş Savaşı’nda alınan ağır yenilginin intikamıdır.



Ey sevgili okur, biliyorum bu bir roman yazısıdır ve haklı olarak camların neden ve nasıl kırıldığını merak ediyorsun. Ancak bütün bu yazdıklarım ile Pembe Tunçel’in “Camlar Kırılınca” adlı üçüncü romanı arasında kılcal köklerle derin bir ilişki bulunmaktadır.
Emperyalizm müdahil olduğu ülkelerde o toplumun en gerici kesimleriyle ilişkiye geçerek kendisi arabasını çekecek kalabalıklar inşa ederken söz konusu hamleleri toplumdan saklamak için de aydın olduğunu ileri sürenlerle de yakinen ilgilenir. Ülke aydınına kendi toplumunu küçümseyerek yabancılaşma olgusu yaşatılırken toplumun yaşamsal sorunlarını görmezden gelen sanat eserleri öne çıkarılarak desteklenir. Aydın olduğunu ileri sürenler ile halk ayrı kompartımanlarda giden insanlara dönüştürülür. Geniş halk kitlelerinin ne yiyeceği, ne giyeceği, nasıl yaşayacağı medya marifetiyle adeta dayatılırken hangi şarkıyı dinleyeceği, hangi romanları okuyacağı da dayatılır. Dayatılan sanat eserleri ise içine virüs atılmış metinlerdir. O virüslerin amacı halkın yaşadıklarını görmeden küresel çetelerin dediği gibi olmasıdır. Küresel çeteler ülkeyi etnik kökenler üzerinden bölmek mi istiyor? İşte bu romanlar eliyle ulusal bilinci çökertecek virüsler atılır halkın bilinçaltına. Halk medya eliyle kendisine pek zarif önerilen, aslında beyni yıkanarak dayatılan, bu kitapları okudukça ulusal bilinci çökmeye başlar.
Halkın ulusal bilincine küresel çetelerin saldırılarına karşı direnen bir aydının topluma direnç aşıladığı romanlarıyla tanıdığımız Pembe Tunçel’in üçüncü kitabı “Camlar Kırılınca”…
İlk romanı “Fikret – Ege’de Kırık Bir Aşk Hikâyesi”nde 1950’li yılların doğası, sosyal yaşamı ve kültürüyle harman edilmiş bir aşk anlatılmıştı. (Bu kitap okurdan gördüğü ilgi üzerine ikinci baskıyı yapmıştır.)
İkinci romanı “Berna – İnciraltı’ndan Hayata Yolculuk” adlı eserinde ise “12 Haziran 1980 İnciraltı katliamından sağ çıkmış biri olan Berna’nın şehrin kurtuluş günü kutlamalarında atılan kurusıkı silah sesleriyle o güne dönmesinden yola çıkarak toplumun yaşadığı dönüşüm ve yozlaşma anlatılmaktadır. Bu katliam 1 Mayıs 1977’de İstanbul Taksim Cumhuriyet Meydanı’nda yaşanan 36 kişinin yaşamını yitirdiği katliamın uzantılarından biridir. Ardından Maraş, Çorum olayları, suikastlar, taranan kahvehaneler…
12 Haziran İnciraltı katliamı, yaklaşan 12 Eylül 1980 darbesinin son işaret fişeğidir. Emperyalizmin 12’den vurması… Bu hamlelerin, 12 Eylül darbesine toplumu psikolojik olarak hazırlamak için yapıldığı açıktır. Kenan Evren anılarında, “Biz darbeye 1977’de karar verdik. Ama şartların olgunlaşmasını bekledik…” derken bu gerçeği itiraf etmektedir aslında. Geniş halk kitleleri anarşi ve terörden öylesine yılgınlığa düşürülmüştür ki 12 Eylül darbesi olduğunda derin bir oh çekerek, “Kurtulduk!” demişlerdir. Ölümü gösterip sıtmaya razı etmek…”
Pembe Tunçel’in üçüncü romanı olan “Camlar Kırılınca” ise internet üzerinden üzerimize serpilen ağlardaki insanımızın yaşadığı sanal aşk ile ülkenin yaşadığı gerçek sorunlar iç içe bir kurguyla anlatılmaktadır.  
Kanla, irfanla, devrimle kurulan Türkiye Cumhuriyeti’ne kumpas kuranların alan kavgasının makas değiştirdiği şu günlerde okunası bir roman “Camlar Kırılınca”…
Meraklısı için ek: Pembe Tunçel “Camlar Kırılınca” ile söyleşi ve imza için bir kez daha okuruyla buluşuyor.  Tarih: 21 Ekim 2016 Cuma günü, Saat: 16.00-20.00 arası… Yer: Antalya Kaleiçi, Şemsiyeli Sokak.