1950'li yıllarda henüz 17 yaşlarında genç bir delikanlı idim. O yıllarda İkinci Dünya Savaşı bitmiş, ülkeler büyük bir yıkım yaşamıştı. Türkiye, savaşta taraf olmamasına rağmen, ekonomisi en az bu savaşan ülkeler kadar büyük bir çöküş yaşamıştı.

Savaş sonrası dünya kâbustan uyanmışçasına bir değişim sürecine girdi. Türkiye'de tek partili dönem sona ermiş, bugün artık kanıksadığımız demokratik çok partili siyasal sürece girilmişti. Türkiye'de bu gelişmeler yaşanırken diğer taraftan ABD ve Rusya arasında bir soğuk savaş dönemine girilmiş, tüm ülkeler saflarını belirlemeye başlamışlardı. Bu eksende NATO Paktı kurulmuş ve Türkiye de 1952 yılında bu pakta girerek Komünizmin karşısında, ABD'nin yanında yer almıştı.

ABD'nin NATO kartına karşılık Rusya da (O zamanki adı ile Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği) Orta ve Doğu Avrupa'da bulunan sekiz sosyalist ülke ile anlaşma imzalayarak Varşova Paktı'nı oluşturdu. Bundan sonrası ise tam bir "Cadı avı" dönemi diyebiliriz. Okuduğunuz bir kitaptan, savunduğunuz bir fikirden, yazdığınız bir yazıdan veya yaptığınız bir konuşmadan dolayı komünist olmakla yaftalanabiliyordunuz.

de böyle bir damga yemekten son anda kurtuldum diyebilirim. O yıllarda yazar Sabahattin Ali'ye büyük hayranlık duyuyordum, ama kitapları yasaklı idi. Üstelik kendisi de, yanlış hatırlamıyorsam, 1948 yılında Bulgaristan'a kaçmak isterken öldürülmüştü. Benim kütüphanemde Sabahattin Ali'nin kaleme aldığı "Değirmen" ve "Kağnı" isimli kitapları vardı. Başka kitapları da var mıydı? Şu an hatırlayamıyorum.

Her yıl yaz tatilini ağabeylerinin yanında, Çorum dışında geçiren bir arkadaşıma tatilde okuması için 5-6 tane kitap vermiştim. Verdiğim kitapların arasında Sabahattin Ali'nin "Değirmen" ve "Kağnı" isimli kitaplarının da olduğunu hatırlıyorum. Bu kitaplar o tarihlerde toplatılmış ve yasaklanmıştı. Bana göre yasaklanması anlamsız olan kitaplardı. Nitekim bugün piyasada bulunan ve beğeni ile okunan kitaplar.

Yazarın "Kürk Mantolu Madonna" isimli romanı bugün bile en iyi satan kitaplar arasında yer alıyor. Matematik öğretmenimiz Tahsin Büyükakan, aynı zamanda okulumuzun müdür yardımcısı idi. Beni aradığını söylediler.

"Tahsin Bey, yaz tatilinde beni neden arar?" merakı ile okula gittim. Tahsin Bey'in odasının kapısı açıktı ve kapının ağzında yerde duvar dibinde 5-6 kitaplık bir paket duruyordu. Yarım şekilde açılmış paketin içinde "Değirmen" isimli kitap görünüyordu. İçeri girdiğimde bana, "Bu kitaplar senin mi?"diye sordu. Ben de karşılık olarak "Evet" dedim.Tahsin Bey, "Bana bak! Bu kitaplar senin değil. Ben de görmedim. Kimseye söyleme. Haydi git." dedi.

ayrıldım. Yolda yürürken düşünmeye başladım. Benim yasaklı kitapları bulundurmam ahmaklıktı. Ama arkadaşımın kitapları okul adresine göndermesi anlaşılması güç bir hata idi. Sanırım ağabeyleri:"Bu kitapları sahibine iade et!Bizim evimizde ve dükkanımızda görünmesin." demişlerdi.

Tahsin Büyükakan öğretmenimize gelince, yaptığı çok büyük yiğitlikti. Kendisine minnettarım. Konuyu resmiyete taşısa komünist damgası yiyebilir, istikbalim kararabilirdi.

Gençlere diyeceğim şudur: 88 yıllık fani dünya hayatımda çok şey gördüm ve yaşadım. Kanunlar ve kurallar, yaşantımızın belirli bir düzen içerisinde işleyişini sağlamak için yapılmıştır. Devletin koymuş olduğu kanunlar ve kurallara uymak hepimizin ortak görevidir. Kanunların da düzeltilmesi veya günümüz koşullarına göre tekrar güncellenmesi gerekebilir. Bu düzeltme kesinlikle öğrencilerin görevi değil, ilgili kurum ve kuruluşların görevidir. Düzeltilinceye kadar ise öğrencilerin görevi mevcut kurallara uymaktır.

En güzel günler sizlerin olsun.