Bilgisayarımın başına geçmeden önce şöyle bir düşündüm. Önümüzdeki hafta 8 Mart Dünya Kadınlar Günü. Bu konu ile ilgili yazmalıyım. Benim gibi hemen hemen bütün köşe yazarlarının da konusu bu olacak. Ama içimden gelmeyen bir konu hakkında yazı yazmak kolay olmuyor benim için.

Neden “kadınlar günü” diye bir gün konmuş?

Neden lütfeder gibi bir yaklaşımla, kadınların gönlü kazanılmaya çalışılıyor?

Bir an düşündüm, “eee ben bu cümleleri daha önce de yazmıştım” diye. Yazdım da ne değişti?

 Sözde toplumda kadını arka plana atanlara inat iddialı bir gün olarak gibi gözükse de, hala geri kalmış beyinler mevcut maalesef ki…

Oysa bizim Türkiye olarak bunları aşmış olmamız lazım değil mi? Dünyada bir benzerinin gelmesi mümkün gözükmeyen, ilerici, aydınlıkçı, devrimci liderimiz Atatürk sayesinde çoktan aşmadık mı bunları? Kadının da birey olduğunu kabul eden kanunlar oluşturuldu. Kadını kendisinden üç adım geride yürütenlerin varlığı bizim aydınlık yüzümüzü karartmamalı.

Neden “erkekler günü” yok. Yoksa onlar bu toplumun tek sahibi de biz misafir muamelesi görür gibi sonradan mı eklendik?

“Buyurun, işte sizi de düşündük, bu günü size özel kıldık. Kutlayın gönlünüzce eğlenin.” diye mi düşündüler?

Veya “siz toplumda en fazla şiddet gören, ezilen, tecavüze uğrayan sınıfsınız. Aranızda bunlara maruz kalmayan şanslıdır. Bu şansınızı iyi kullanın, ezilen hemcinslerinizin sesi olun” mu demek istiyorlar?

Mesela siyasette nedir kadın kotasının izahı? Bir lütuf mudur biz kadınlara? Kadın her kapıyı açar, içeri girer, masumdur, zararsızdır, halden anlar, halini anlatır. İhtiyaç varken başlara taç edilir. Fakat iş temsil noktasına geldiğinde,  kadının adını siyasette göremezsiniz. ER MEYDANINA GİRMESİ engellenir.

Biz kadınların bu itilmişliğin mücadelesini vermesi gerekir.

Birçok şeyi bir arada ve mükemmel yaparken, övgüyü hak etmesi gerekirken, ezilen, dayak yiyen,  hatta tekmelerle karnındaki çocuğunu kaybeden tüm hemcinslerime armağanımdır bu yazım.

Her Gününüz Güzel Olsun.