Şu saptamayla başlayalım yazımıza. Türkiye, yarı feodal ve
yarı sömürge konumunda bir ülkedir. Ve bu sözü bir yere sabit kalemle yazalım.
Türkiye, yarı feodal ve yarı sömürge konumunda bir ülkedir.
Sokağa çıkıp da sorsak insanlara “Biat kültürü nedir?” diye
alacağımız cevap, “tarikat kültürünün temel taşlarından olduğu” anlamını
taşıyan ifadeler olacaktır. Bu arada ne olduğunu hiç bilmeyen ama birilerine
biat etmede kusur işlemeyenler de sıkça görülecektir. Biat sözcüğünün İslam
terminolojisinde kullanılması bizlerde ilk anda dini siyasete alet eden çeşitli
yapıları çağrıştırabilir. Hâlbuki biat kültürünün kökleri efendi-köle, kula
kulluk ilişkisi kadar eskidir.
Biat için Mehmet Şevket Eygi ise şu tanımı yapmaktadır.
“İslam’da itaat ve biat kültürü vardır. Müslüman ipsiz sapsız, başıboş
değildir. ‘Ey iman edenler Allah’a, Resulüne ve sizden olan emir sahiplerine
itaat ediniz’ buyrulmaktadır.”
“Sizden olan emir sahipleri” ifadesinin yorumu işin püf
noktasıdır.
Biat kültürünün kökleri kayıtsız şartsız itaat olgusuna
dayanır. Kayıtsız şartsız itaatin ilk toplumsal yapılanması köleci toplumda
görülür. Köle efendisine itaat etmek zorundadır. Eğer itaat etmezse yaptırımı
çok ağırdır.
Toplumsal yapıların çekirdek hücresi olan ailede ise
özellikle ataerkil toplumlarda kadın erkeğe kayıtsız şartsız itaat (BİAT) etmek
zorundadır. Etkin ve bu konuda en önemli istisna Türk toplumlarında kadının
erkekle olan eşdeğer konumudur. Hanım sözcüğünün kökeni “han” sözcüdür. Kadının
üretim sürecinden uzaklaştığı toplumsal yapılarda biat kültürü her zaman
belirleyici olmuştur.
İnsanlık tarihinde biat kültürünün aşılması ancak çağdaş
demokratik kültürle mümkün olmuştur. Feodal kalıntıların ve uzantılarının
egemen olduğu Türkiye ve benzeri toplumlarda ise “biat kültürü” ister istemez
belirleyici bir etken olmaya devam etmektedir.
Toplumun çekirdek hücresi aile içinden genişleyen halklarla
topluma yayılan “biat” olgusu dernek, sendika, parti vb sosyal yapılarda
da çeşitli davranış biçimleriyle
rahatlıkla gözlemlenebilir.
“Ben o partiden vazgeçmem… O benim babamın partisi…” sözünü
pek sık işitiriz. Bireyleşememenin, kendi sosyal ve kültürel kimliğini
oluşturamamanın açık ifadesidir bu söz. Bu anlayışın bir hamle ilerisi başkanın
veya genel başkanın kutsallığıdır. Köleci toplumda efendisine itaat eden
köleden feodal toplumda ağasına (senyör), şeyhine (papaza), Türkiye gibi yarı
feodal toplumlarda ise bazen ağasına ve şeyhine, bazen de “kanaat önderi”
olarak da ifade edilen “baş efendilere” kayıtsız şartsız itaat esastır.
Parti, sendika ve derneklerdeki delege sistemi, biat kültürü
ile rantın egemen olduğu yapılardır. İtaatten gelen biat kültüründe itiraz
külliyen memnudur. Eğer delege kendi seçimini yapar ve başkanın veya kanaat
önderinin tercihini desteklemezse neler olur, neler? Vay bana vaylar bana,
neler olmaz efendisine karşı durana?
Emperyalizmin kendi kurduğu veya kurdurduğu yapılar dışında
sadece adını ve tabelasını bırakıp içerden çapraz bağlamayla dönüştürüp
denetlemek istediği kurum ve kuruluşlarda salt soğan başı olmak isteyen
kifayetsiz muhterisler için biat kültürü olmazsa olmaz bir dayanaktır.
Bu konuda güncel örneklerden biri ise AKP’den İstanbul
milletvekili seçilen Hakan Şükür’ün ilk siyasi yorumudur.
Hakan Şükür, "Hatip Dicle’nin milletvekilliğinin
düşürülmesi ve BDP’li milletvekillerinin Meclis’e gitmeme kararı almasını"
nasıl değerlendirdiğinin sorulması üzerine "Gündemi takip edemedim. Bunun
değerlendirmesini bizim büyüklerimiz, bakanlarımız, tecrübeli büyüklerimiz
yapıyordur…" demiştir.
Hakan’ın fikri ve zikri genelde iyi bilindiğinden bu yanıt
bizi şaşırtmaz, ancak bu bakış açısı ülkenin genelinde yaygın olduğunu
söylersem şaşıracaksınız.
Ama geliniz girişteki saptamayı hatırlayalım. Türkiye yarı
feodal ve yarı sömürge konumunda bir ülkedir.
Toplumun bir kesimi, özeklikle Doğu ve Güneydoğu bölgeleri
feodal ilişkilerin yoğun yaşandığı yerlerdir. Ama bu durum ülkenin Batısında
feodal ilişkilerin sıfır olduğu anlamına gelmez. Böyle bir bakış toplumun
doğasına aykırıdır.
Biat kavramını salt inançlar üzerinden algılamak ise bizi
yanılgılara götürecektir. Eski futbolcu, vitrin süsü olarak seçimlerde
kullanılan Hakan Şükür örneği kimseyi yanıltmasın… “Biz onun neci olduğunu biliyoruz…”
diyenleri işitir gibiyim.
Bir biat örneği de Atatürkçü kesimden verelim.
Genel Kurul’da delege seçilen bir genç, seçilen bir başka
delegeye şöyle demektedir.
“Abi, hayırlı olsun sen de delege oldun artık… Başkan ne
tarafa derse o listeye oy veririz.” !!!
“Başkan ne tarafa derse o listeye oy veririz!”
Vermezlerse?...
Üç ünlem az mıdır, yoksa gereksiz midir?
Çünkü feodal ilişkilerin yoğun olduğu yerlerde ağa, şeyh
gibi biat edilen tipler varken Batı’ya doğru gittiğinizde biat noktası “kanaat
önderi” olarak gömlek değiştirmektedir.
Feodalizmin tasfiye edilmediği toplumlarda seçim, çok parti
vb uygulamalar çağdaş demokrasi olduğu anlamına gelmez.
Partilere bakalım. Her partide liderler diktası hüküm
sürmektedir. Seçilecek vekilleri genel başkanlar belirlemekte, sandığa giden
seçmen liderin sıraladığı listeye mühür basarak onaylamaktadır.
"Genel Başkanım ne derse doğrudur" anlayışı siyasi
partilerdeki biat kültürünün en belirgin örneğidir. Milletvekilleri, bir-iki
istisna hariç genel başkana biat etmek zorunluluğunu hissederler. Çünkü
gelecekleri genel başkanın iki dudağı arasındadır.
1990’lı yılların başı… Gazetelerde bir haber… “5000 kişi
ANAP’tan DYP’ye geçti.” Dönem ANAP’ın inişe geçtiği, DYP’nin yıldızının
parladığı günlerdir. Haberin gerisini okuyunca fotoğraf netleşti.
Zeytinburnu’nda Doğulu bir aşiretten 5000 kişi ANAP’tan ayrılarak DYP’ye
geçmiştir. Yani ağanın biri siyasetin çıkar ilişkileri terazisinde kapı
değiştirmiştir. Ağanın parti değişikliği, aşiretinin de kapı değiştirmesini
kaçınılmaz kılmıştır. Siz yer değiştiren 5000 üyeyi en az dörtle çarpınız
lütfen. Yarı feodal toplumlarda özgür birey olmadığından sürünün başı nereye
giderse gerisi de o yana seğirtmektedir. “Aganın pohunun üstüne poh olur…”!!!
Bu örnek hemen her siyasi parti için mevcuttur.
Kendi hür iradesiyle karar veren bireylerin olmadığı
toplumlarda çağdaş demokrasiden söz etmek ne yazık ki mümkün değildir.
Yarı feodal ilişkilerin egemen olduğu toplumsal yapılarda
zarfa bakarak yapılacak değerlendirmeler ise bizi her zaman yanıltacaktır.
Temel ölçüt, kılık kıyafet, saç sakal, kostüm kravat değil ne söylenip ne
yapıldığı, sonuçların kime veya kimlere hizmet ettiğidir.
Bir kapıya ve efendiye ve/veya “kanaat önderine” biat
etmenin en veciz ifadelerini yine Hakan Şükür’den dinleyelim. Bu beyan şike
soruşturması üzerine yapılmıştır.
“Fikrime ket vurmak durumundayım. Ben her şeyden önce
tarafım. İçeride arkadaşlarım var, aynı odayı paylaştığım... Taraf olduğum için
bir şey söylemem çok uygun düşmez. Parti içinde fikirlerini farklı şekilde
söyleyenler olabilir, ben onlara ‘haklısınız’ veya ‘haklı değilsiniz’ diyemem.
Söylediğim takdirde insanlar bunu farklı anlayabilir.”
“Fikrine ket vurma” sadece Hakan Şükür için geçerli
değildir. Hemen her siyasi yapıda baş efendilerin söylemleriyle örtüşmeyen
beyanda bulunanlar için “üstü çizilme” kaçınılmazdır.
Dernekte “Ne ABD Ne AB Tam Bağımsız Türkiye” diye haykıran
gence, “Sen bu ifadeleri üyesi olduğun partide söylersen tez zamanda
dışlanırsın” dediğimizde hayatın gerçeğini anlatmaya sözümüz yetmemiştir. Şu
soruyu da sormadan edememiştik, “Sen hangisisin AB’yi savunan, emperyalizme
karşı duramayan o yapıdan mısın, yoksa tam bağımsız Türkiye diyen bu yapıdan
mısın?”
Orada rant ihtimali vardı (işe girmek vb), burada ise o rant
için basamak durumları…
Burada amaç, birilerin şahsi ihtiraslarının ikbale ermesi
için bireyleşememiş tiplerin, demokrasi müsameresinde seçiyormuş, seçiliyormuş
gibi görünerek kullanılmasıdır.
“Biat kültürü”, Türkiye ve benzeri yarı feodal toplumlarda
görülen sosyoekonomik ve sosyokültürel bir yapıdır. Sebebi, Kemalist Devrim
sürecinin yarım kalması nedeniyle feodal kalıntıları tasfiye edememesidir. Bu
durum Devrim’de geriye dönüşü de beraberinde getirmiştir. Türk milleti 1946’da
başlayarak çok partili demokrasi havucuyla kandırılmaktadır. Elmanın kurdu da
kendindendir…
Hangi taşı kaldırsak altından çıkan biat kültürü
üniversitelerimiz için pek yaman bir ders ve tez konusudur. Gel gör ki 12 Eylül
1980 Amerikancı darbesinden sonra üniversite kampüsleri aklın, bilimin ve
analitik düşüncenin esir kamplarına çevrilmiş son dönemde ise biat edenlerin
rektör olarak atanmasıyla çapraz bağlama işlemi tamamlanmıştır. Y-Rektörlere
biat etmeyene terfi ne kelime, su bile yoktur. Ya taraf olacaklar ya da
bertaraf…
21. yüzyılda Kemalist Devrim’in yeniden inşa ve ihyasıyla
feodal kalıntılar tasfiye edilecek, tam bağımsız Türkiye, dünya haritasında
yeniden var olacaktır.