İnsanlığın maruz kaldığı kişisel ve toplumsal bela ve musibetlerin ana sebebi yine biz insanlardır. Yüce Allah tarafından bizlere ihsan olunan başta tüm doğa varlıkları olmak üzere, bedensel ve ruhsal varlığımız dahil sayısız nimetlerin kadir ve kıymetini bilemeyip nimetleri kötüye kullanmamız, inadına yaratılış asıllarını bozmamız sonucu doğanın fiziki yapısını değiştiriyoruz.

O zaman bozulan doğa dengeleri nedeniyle, tarihte ve günümüzde başımıza gelen bela ve musibetler ortaya çıkmakta, insanlık görülmemiş felaketlere duçar olmaktadır.

Yüce Allah kitabımız Kur’an-ı Kerim’de bu hususu bizleri uyarmak için bakın nasıl dile getiriyor. Lütfen dikkat edelim: “İnsanların sırf kendi işledikleri yüzünden karada ve denizde düzen denge bozuldu. Allah insanların yaptıklarının bir kısmını onlara tattırsın, belki gittikleri kötü yoldan geri dönerler. Bu sadece verilecek cezanın az bir kısmıdır.” (Rum.41.Ayet)

Yine; Şura Suresinin 31. Ayetinde; “Başınıza gelen herhangi bir musibet, kendi ellerinizle işledikleriniz yüzündendir. (Bununla beraber) Allah çoğunu da bağışlıyor, affediyor.” buyuruyor.

*

Bir topluma veya toplumlara umumi bir bela, musibet ve afat geldiği zaman insanları dinli, dinsiz, mazlum, zalim, asi, masum, genç, ihtiyar, çoluk-çocuk demeden tümüne birden gelir ve bu insanları uyarmak, uyandırmak amacına yöneliktir. Enfal Suresi’nin 24-25. ayetlerinde bu hususu şöyle haber veriyor:

“Ey iman edenler! Allah’ın ve resulünün buyruklarına uyunuz (nimetlerinin kıymetini biliniz.) Unutmayınız ki Allah cc. hazretleri, kulu ile kalbi arasına girer ve sizi mutlaka huzurunda toplayacaktır. Öyle bir fitneden bela ve musibetten sakınınız ki, o bela sizlere bir gelirse sadece zalimlere erişmekle kalmaz, hepinizi birden yakar.”

Ormana ateş sararsa; kurdu da, kuşu da, pireyi de, deveyi de, zalimi de, mazlumu da yakar. Evet, toplumsal felaketler en korkunç acılara neden olur. Dünyayı yutsa doymayanlar bir noktadan küçük olan virüse esir olurlar. Ne top, ne tüfek ve ne de nükleer silahlar bir işe yaramaz olur. İşte bu felaketlerin sebebi de maalesef insanlardır.

*

Geçmişteki uzak ve yakın tarihe baktığımızda bu korkunç felaketleri tarih sahifelerinde açık ve net olarak görürüz. Ama üzerinde fazla durmayız. Allah korusun, belalar başımıza gelince bundan kurtulmak için çareler ararız. Gücümüzü bu musibetler neden olmuş, sebepleri nedirden çok, anlık çareleri bulmaya çalışırız. Bu hususta da haklı olarak akıl, mantık, bilim ve teknolojik yönden düşünürüz. Elbette ki çok doğrudur. Ancak sebepleri üzerinde fazla düşünmeyiz. Felaket geçince hemen unuturuz. Hal bu ki durum hiç de öyle değildir. Çünkü dünyada hiçbir olay tek taraflı, tek yönlü değildir. Olayın hem maddi ve hem de manevi yönü, sebepleri de vardır.

Neden böyledir? Kainattaki bilinen hususlar bilinmeyenlerin belki binde biri bile değildir. Öyle ise bunları nasıl açıklayacağız. İşte bilinmeyenleri bilmek için bilim-fen-teknolojinin yanında adına vahiy, din dediğimiz ve 1500 senedir bir harfi bile değişmemiş, değiştirilememiş bir benzeri ortaya konulamamış ve kıyamete kadar da bir ayeti bile değişmez olan yüce Allah’ın korumasında bulunan Hz. Kur’an ayetlerine müracaat edeceğiz ve Kur’an’a kulak vereceğiz. Aslında müsbet ilim ne ise Kur’an da odur.

Kur’an’da ilme aykırı bir nokta bile yoktur. Olamaz. Çünkü bu kitabın ilk emri, ilk ayeti “oku” diye başlıyor. Bu husus en az bin kere ispat edilmiştir. İnsan aklının ermediği binlerce konu vardır. Bunları bilimin ve vahyin, Allah’ın aydınlatması ile çözeceğiz.

(SÜRECEK)