Bir Pazar günü susturulmuştu bu aydın...

-Araştırmacı kimliği ile iktidarların kimyasını sarsan...

-Araştırmaları ile görünenden çok gerçeği arayan...

Bu yurtsever yazar, susturulmuştu 24 Ocak 1993'te.

Her nedense bu ülkede, silahı olandan değil ama kalemi olandan korkulmuştu.

-Muammer Aksoy'dan, Bahriye Üçok'tan, Ahmet Taner Kışlalı'dan...

-Abdi İpekçi'den, Çetin Emeç'ten, Necip Hablemitoğlu'ndan...

-Ve daha nicelerinden...

Hep korkulmuştu onlardan... Çünkü onlar bu toplumun vicdanı, konuşan dili olmuştu.

***

Ve en korkulan kalem olmuştu Uğur Mumcu.

-Kalemi kılıçtan keskindi Mumcu'nun.

-Yazdıkları köşesine sığmamıştı. Tehditler almıştı ama geri adım atmamıştı. Kalemini asla satmamıştı.

-Ve o, 25"i aşkın kitabıyla ve de binleri aşan köşe yazısıyla iktidar sahiplerini ürkütmüş, kimyalarını sarsmıştı.

Çünkü o; gericiliğin, tutuculuğun, sömürünün, vurgunculuğun ve karanlık cinayetlerin üstüne gitmişti.

Çünkü o; ülkemizde ve bölgemizde gezen terörün sadece Türkiye'ye özgü bir olgu olmadığını, uluslararası boyutu olduğunu ortaya koymuştu.

***

Ve o, yıllar önce okumuştu bugünlerin Türkiye'sini.

Tam 35 yıl önce okumuştu; 15 Temmuz 2016 günü kendi meclisini bombalayan ve inancını ABD'nin hizmetine sunan bir cemaatin kanlı darbe kalkışmasını...

"Tarikatlara ve cemaatlere alınan genç çocuklar, 30 yıl sonra general vs. olacaklar ve Cumhuriyete karşı ayaklanacaklar" demişti.

Ve o, tam 35 yıl önce görmüştü Türkiye'nin yaşanılan siyasal panoramasını...

"Türk'ü Kürt'e, Kürt'ü Türk'e, Alevi'yi Sünni'ye, Sünni'yi Alevi'ye düşman eden bir siyaset izleniyor. Günümüzün uğursuz siyaseti ve kanlı stratejisi budur" demişti.

Ve o, son günlerine kadar hem Türkiye hem de bölge üzerinde Amerikan ve İsrail politikalarını, özellikle CIA-MOSSAD-Barzani ilişkilerini deşifre etmişti.

***

Ama uyarıları dinlenmedi onun. Ve o, bu uyarıların bedelini hayatıyla ödedi.

Nitekim ölümünden 24 gün sonra, bindiği uçağın şüpheli bir şekilde düşmesiyle Jandarma Genel Komutanı Eşref Bitlis ölmüştü; daha doğrusu öldürülmüştü.

Çünkü Kürt sorununun çözümünde önemli bir aktör olan Eşref Bitlis, İncirlik'ten kalkan ABD uçaklarının, bölgedeki gelişmelerde Türkiye aleyhinde müdahil olduğunu söylemişti.

Elbette amaç, Eşref Bitlis'in ölümüyle ülkede daha büyük bir Kürt-Türk çatışmasının önünü açmaktı.

Ve ölümünden 5 ay sonra, 2 Temmuz 1993 günü kanlı Sivas olayında Madımak oteli yakılmış, Alevi kökenli 33 aydın yanarak can vermişti.

Ve de 3 gün sonra, yani 5 Temmuz 1993 günü Sivas'ın intikamıymış gibi bir görüntü verilmiş, Erzincan'ın Kemaliye ilçesinin Başbağlar köyünde, Sünni kökenli 33 köylü kurşuna dizilmiş, Başbağlar köyü yakılıp yıkılmıştı.

Amaç, ülke genelinde büyük bir Alevi-Sünni çatışmasının fitilini yakmaktı.

Ama ülke halkının toplumsal sağduyusu, böyle bir felaketin yaşanmasını önler olmuştu.

***

Evet, o tüm bunları 35 yıl önce okumuştu, yazmıştı, uyarmıştı.

Ne yazık ki, hiçbir uyarısı dinlenmeyen ve de "Unutmayalım ki cesur bir kez, korkak bin kez ölür. Önemli olan, insanın böyle bir zamanda 'mezar taşı' gibi susmamasıdır" diyen bu kalem, yani Uğur Mumcu bir kış günü susturuldu.

24 Ocak 1993 günü evinin önünde, aracına konulan bir bomba ile...

"Cinayeti çözmemiz, devletin namus borcu" denilmişti eşi Güldal Mumcu'ya.

Kimler demişti? Başbakan Süleyman Demirel, Başbakan Yardımcısı Erdal İnönü, İçişleri Bakanı İsmet Sezgin...

Ve o günden bu güne bu "namus borcu" ödenmedi.

Elbette devletin bu namus borcu; Ahmet Taner Kışlalı için, Bahriye Üçok için, Muammer Aksoy, Necip Hablemitoğlu ve daha niceleri için de ödenmedi.

***

Ama o, Anadolu halkından umudunu hiç kesmemiş ve şöyle seslenmişti.

"Bir gün mezarlarımızda güller açacak ey halkım, unutma bizi... Bir gün sesimiz, hepimizin kulaklarında yankılanacak ey halkım, unutma bizi..." demişti.

Ve bu halk onu asla unutmadı ve de unutmayacaktır.