Türkiye’deki güncel siyasi, ekonomik ve sosyal tartışmaları izlerken veya bu konulardaki tartışmaları dinlerken bir an ben neredeyim, hangi Ortadoğu ülkesindeyim diye sorası geliyor insanın.
Cumhuriyet’in temel değerlerini özümseyerek yetişmiş, yarım asra yakın süredir de ilkokuldan üniversiteye her eğitim kademesinde bu değerleri anlatmış bir bilim insanı olarak zaman zaman karamsarlığa kapıldığımı söylemeliyim. Bu karamsarlığı veya üstümüzdeki ölü toprağını Haziran’da Gezi gençliği kaldırdı. Geçtiğimiz 10 Kasım’daki Anıtkabiri rekor ziyaret Cumhuriyetimizin temel değerlerinin, Atatürk İlke ve İnkılâplarının öyle kolay kolay ortadan kaldırılamayacağını gösterdi. Ancak, Cumhuriyet ve Atatürk düşmanları rahat durmuyor. Geçmişin gerici ayaklanmaları unutulmamalı.
Atatürk’ü, Cumhuriyet’i, laikliği, kısacası demokrasi ve çağdaşlığı bir türlü içine sindirememiş bu insanlar, gerektiğinde dinin kendi emelleri doğrultusunda nasıl istismar edildiğini göstermişlerdir. Orduyu kumpasa getirdiklerini ve yok ettiklerini gururlanarak söyleyen bu çevreler artık dillerinin altında bir şeyler saklamıyorlar da.
Şimdilerde Yaşar Nuri Öztürk hocayı daha iyi anlamaya başladım. Bunlar adamı Allah ile aldatıyorlar. Dededen atadan bir parça inancımız vardı. O da temelden sarsıldı.
Geçmişte her lafın sonunda inşallah, maşallah, elhamdülillah diyenleri eleştirenlere çoğu zaman “Canım ne mahsuru var. Allah’ın adını zikretmek niye kötü olsun ki” diye karşı çıktığım olurdu. Meğerse bunlar büyük götürmek için birer paravanmış. Mesela, 100-200 milyon dolarlık vakfınıza arsa bağışlanmışsa her halde “Elhamdülillah” dersiniz.
Yüce Rabbim de verdikçe veriyor. Ne diyelim. Hani küçükken bize bir masal anlatılırdı. Ermiş bir insan fakir birinin evine misafir olmuş. Fakirin evinde odun, kömür yok ya. Saman yakıyor. Eren fakirin ikram ettiği kuru ekmeği suya batırıp yiyor ve dua ediyor. Eren evden çıktıktan sonra fakir bakıyor ki, evdeki sarı sarı samanlar, sarı sarı, çil çil altın oluvermiş. İşte yüce Rabbim böyle. İsterse samanı altın ediyor. Boş ayakkabı kutularını yeşil yeşil dolarlarla dolduruveriyor.
Şimdi bunları okurken “Yahu arkadaş Yüce Rabbim hep 40-45 numara ayakkabı kutularını, üstelik sayısı belli değil, dolduracağına bir gün de şu bizim küçük çocuğun 34 numara ayakkabısının, ziyanı yok yarısını doldursa yeter” dediğinizi duyar gibiyim de, siz özünüzü bozmayın. Harama el uzatmayın. Onlar, Allah diyor, maşallah diyor. Elhamdülillah diyor. Götürüyor. Siz özünüzü bozmayın. Çünkü gerçek dindar sizsiniz.
Hani Osamanlı’nın son zamanları anlatılır. Vakıf sistemi bozulmuş. Her türlü yolsuzluğun kaynağı olmuş. Sayısız tarikat, cemaat türemiş. Tekkeler zaviyeler meczup miskin yuvası haline gelmiş. Cumhuriyet’i kuran Atatürk, çağdaş Türkiye’de bunların yerinin olmadığını bastıra bastıra söylemiş. Bu ülkenin şeyhler, dervişler ülkesi olmayacağını; bilimin ve aklın hakim olacağını söylemiş.
İyi de, bu sadece kendi ölümüne kadar sürmüş. 1938’den sonra aydınlanma için ne hareket varsa engellenmiş. Halkevleri ve Köy Enstitüleri iftiralar atılarak kapatılmış. Çünkü bu kurumlar özgür birey, vatandaş yetiştiriyor. Oysa onlara demokratik düşünen değil “biat eden” insan gerekli. “Ölümüne biat” ettiğini söyleyen şahsın da bu milletin vekili olduğu unutulmamalı.
Ne ise, fazla uzatmayalım. Tarikatlar ve cemaatlere bıraktığımız yerden dört elle sarılalım. Cennete gitmek istiyorsan bir delil, bir mürşide sarıl. Allah’ı dilinden hiç bırakma. Yüce Rabbim sana da verdikçe verir İnşallah!