Evliliğimin ilk beş yılını baba ocağında geçirdim, birlikte oturduk.

Çocuklarım, baba ocağında doğdu; babaanne ve dedelerinin şefkatli kucaklarında büyüdüler…

Rahmetli babam, asabi, son derece titiz ve sert mizaçlı bir insandı.

Ben ve kardeşlerim, ulu orta her bir şeyi konuşamazdık babamızla. Aramızda hep bir mesafe olurdu.

Biz çocuklarının, saçımızı okşadığını bile anımsamadığım o sert mizaçlı baba, iş torunlarına gelince, inanılmaz derecede değişir; yumuşar, torunlarıyla yatar, torunlarıyla kalkardı.

Konuklarımızın yanında, konu torunlardan açılınca (ki açılmasa bile o açardı), torun der başka bir şey demez; torunlarla açar sohbeti, torunlarla kapatırdı.

Rahmetlinin, konukların yanında, uzun uzun torunlarını dillendirmesinden rahatsızlık duyar, sıkılır, utanır; (Rahmetliye hissettirmeden) kaş gözle işaretleşerek, konuklardan özür dilemeye çalışırdım.

“Babamızın diline vurdu, torun sevgisi, kusuruna bakmayın” der; ardından da eklerdim, “alt tarafı bir torun işte, abartıyor…”

… …

Büyük konuşmuş, büyük söylemişim; aynı hal şimdi benim başımda.

Varsa yoksa torunlar…

Benim de mi dilime vurdu ne, şimdilerde ben de torunlarla yatıyor, torunlarla kalkıyorum.

Varım yoğum, bütün dünyam onlar oldu.

… …

Yaşıtım bir dost, “Evlat cevizse, torun cevizin içidir…” derdi.

Torun için, torunlar için en iyi tanım, bu galiba…

Torun, gerçekten ceviz içi…

Üstelik taze ceviz içi…

* * *

Her torun gibi benim de her biri birbirinden tatlı, üç “taze ceviz içim” var. İkisi Adapazarı’nda, biri yanımda.

Hal böyle olunca, günümün büyük bölümünü, yanımdaki “taze ceviz içiyle” geçiyorum.

Efe’mle yatıyor, Efe’mle kalkıyorum.

Efe’mle gülüyor, Efe’mle soluyorum yaşamı.

… …

Bugün günlerden 20 Aralık 2017.

Yani?

Yani bugün günlerden EFE…

Efe’m üç yaşına basıyor bugün.

Gözümün önünde, gün be gün büyüyor ve serpiliyor.

Artık her bir şeyi anlıyor, her bir şeyi konuşuyor.

Daha da önemlisi, her bir şeyi algılıyor.

Bu yaşta iyi bir Atatürkçü, iyi bir Fenerbahçeli ve de iyi bir çevreci!

* * *

Hep şunu düşünmüşümdür.

Biz büyüklerin (babaannelerin, anneannelerin ve de dedelerin) kendilerine gösterdiği bu sevgi karşısında (özellikle beş yaş altı çocuklar) ne duyumsarlar, ne düşünürler diye…

Ben bu sorumun yanıtını, her anı birlikte yaşadığım Efe’mden aldım.

Bir gün hiç unutmam, Efe’nin henüz tek tük konuşmaya başladığı günlerdi.

Efe, bakıcısıyla bir kenarda oynarken, ben de bir köşede gazete okuyorum.

Bakıcı kız, “Efe seni kim doğurdu?” dedi pat diye.

O an Efe’nin ayağa kalkıp, bana doğru yürüdüğünü hissettim, gazete yaprağının ardından.

İndir o gazeteyi bir şey söyleyeceğim der gibi önümde durdu.

Hiç oralı değilmiş gibi yaptım, indirmedim gazeteyi…

İki eliyle dizlerimi okşadı.

O peltek konuşmasıyla, “Beni, dedem doğurdu” dedi, tek tek, tane tane…

Sevgi dolu, yumuşak ve minnet dolu bir sesle…

“Beni, dedem doğurdu…” dedi.

O an tüm vücudumun, tepeden tırnağa titrediğini hissettim.

Kalktım, yan odaya geçtim ve ağladım.

İki yaşındaki bir çocuğun, kendisine gösterilen sevgiye verebileceği en ulvi karşılık, anca böyle bir karşılık olabilirdi.

O anı hiç unutmam.

… …

Tanrı ömrümden alsın, ömrüne eklesin Efe’m.

Geleceğin açık olsun…

Bizler görebilecek miyiz o günleri bilmem ama sen hukukun üstünlüğünün egemen olduğu günlerde ve yıllarda büyü…

Bir su gibi saf, duru ve temiz yüreğin, hep öyle kalsın…

Gülen yüzün hiç solmasın Dedesinin canı…

Kahkahaların çınlatsın her bir yeri.

Doğum günün kutlu olsun Dede’m…

Doğum günün kutlu olsun…