Siz hiç, Laik Türkiye Cumhuriyeti’nin anıtı ve simgesi olan, 1.Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin Ankara Ulus Meydanı’nda bulunan tek katlı mütevazı taş binasını gezip, gördünüz mü?...
!!??...
Görün…
Sadece siz değil, çocuklarınız, torunlarınız da görsün...
Onlara da yaşatın o atmosferi...
Onlar da solusun o havayı…
Duvarlarına dokunun...
Bize bugünleri bahşeden, o muhterem insanların oturduğu sıralara oturun...
Ellerinizi gezdirin, o sıralar üzerinde...
O duvarlar ve o sıralar;
‘Elleri öpülesi o muhterem insanların, o mütevazı çatı altında, o yoklukta, nasıl bir inançla, nasıl bir azimle, nasıl bir özveriyle çalıştıklarını...’ fısıldıyacaktır size...
‘Bir imparatorluğun küllerinden, nasıl bir çağdaş devlet yaratıldığını...’ anlatacaktır...
* * *
Her 23 Nisan’da o taş bina gelir gözlerimin önüne.
Ülkenin makûs talihini kırmak için o günün koşullarında, o yoklukta mücadele veren atalarımızın çırpınışlarını yaşar, onlarla bütünleşirim.
O an bir şeyler kopar içimden, doluksarım.
* * *
Anadolu’nun dört bir tarafından gelmiş, yokluklar içersinde var olmaya çalışan, uçurumun kenarındaki bir milletin 120 temsilcisi (Bu sayı daha sonra aşama aşama 390’a kadar ulaşıyor.)…
120 yurtsever.
120 özverili, 120 inançlı insan.
Bin bir güçlükle geldikleri Ankara’da yatacak yerleri yok.
O günlerin vekillerinin; bugünün vekilleri gibi, değil kat kat elbisesi; bir miletvekiline yakışır, doğru dürüst giysileri yok...
Rengârenk giysiler.
Entari üzerine etek giyenler, askeri giysilerle gelenler, başları sarıklı olanlar arasında takım elbiseli vekil sayısı iki elin parmak sayısı kadar.
Büyük çoğunluğun, paltosu yok...
Ankara’nın o dayanılmaz ayazında, kaldıkları hanlardan, titreye titreye gidip geliyorlar Meclise...
* * *
Meclis sıraları, okullardan toplanan sıralardan oluşuyor.
Meclisin çay ocağı yok, lokantası yok...
Ankara’da evi olanlar, evden getirdikleri azığı, taşradan gelen vekillerle bölüşüyor...
Çayı kendileri demliyor, kendileri servis yapıyor...
Kuru üzümle çay içiyorlar, çünkü şeker de yok...
Almadan, veriyorlar...
Çünkü maaş da yok.
Savaşın başlamasına yakın 100 lira olan maaşlarının 1/5 ini, Tekâlif-i Milliye Emri gereği, devlete geri veriyorlar.
Başkanın kullandığı otomobilden gayri, motorlu araç yok. O da çoğu zaman çalışmıyor zaten.
Ama inançlılar, azimliler...
Yüklendikleri kutsal görevin ayırdında ve bilincindeler...
Kendi midelerini, kendi ceplerini, kendi rahatlarını, kendi çocuklarını, kendi geleceklerini değil; halkının geleceğini, halkının huzurunu düşünüyor, bunun için sabahın ilk ışıklarına kadar çalışıyorlar...
* * *
22x43 metre taban alanlı, dokuz oda iki balkonlu, bodrum üzeri tek katlı bu taş yapıyı, “gaz lambaları” aydınlatıyor...
Üç adet gaz lambası, sabahın ilk ışıklarına kadar yanıyor...
Yüce Meclis, çağdaş bir Türkiye yaratmak için, sabahın ilk ışıklarına kadar çalışıyor...
Tarih 2 Ocak 1924...
Diyarbakır Milletvekili Feyzi Bey, Kütahya Milletvekili Recep Bey, Urfa Milletvekili Ali Bey ve Malatya Milletvekili Mehmet Bey, Meclis Başkanlığı’na önerge veriyor...
Önergesinde, “Dört yıldır gaz lambasının ışığı altında çalışan Meclis’imizin, bundan sonra elektrik ile aydınlatılmasını arz ve teklif ederiz...” diyor.
Meclis Başkanı, öneriyi, genel kurulun görüşlerine sunuyor.
Ankara Milletvekili Ahmet Süreyya Bey söz istiyor.
Diyor ki; “... Halk yokluk ve sefalet içindeyken masraf yapmayalım. Dört yıldır elektriksiz çalışıyoruz, biraz daha çalışıverelim. Yüce meclisi, lüks lambasıyla aydınlatmaya devam edelim...”
Önerge sahipleri anında geri çekiyor önerilerini...
* * *
Çağdaş ve Laik Türkiye Cumhuriyeti; işte bu koşullarda, bu fedakârlıklarla, bu mütevazı taş binada, bu inançlı insanlar tarafından kuruldu...
* * *
Geçen gün, Başbakan Tayyip Erdoğan’ın, Refah Partisi İstanbul İl Başkanı olduğu dönemlerde (1992 yılında) Rize’de yaptığı konuşmayı izlerken, o günleri anımsadım...
Başbakanın, Atatürk’e ve onun silah arkadaşlarına, laikliğe ve Türk Silahlı Kuvvetleri’ne karşı hakaretlerini; Taliban ve şeriat yasalarına düzdüğü methiyeleri izlerken, yüreğim sızladı...
Kendim için değil; yokluk ve sefalet içerisinde; dişleriyle, tırnaklarıyla kazıya kazıya, çağdaş bir ülkenin temelini atan atalarımızın emeklerine üzüldüm
Ömrünü; Ülkesine ve Türk Halkına adayan Atatürk ve silah arkadaşlarına karşı, yapılan nankörlüğe üzüldüm.
… …
Ve bu insan, her fırsatta hakaret etmekten ve iğnelemekten geri durmadığı o büyük insanın şahsi mülkünün üzerine (mahkemenin ‘yıkım’ kararına rağmen) utanmadan sıkılmadan Başbakanlık Konutu adı altında o ucube binaları yapmaya ve o güzelim ormanlık alanı talan etmeye devam ediyor.
İçim yanıyor, üzülüyorum.
* * *
Her neyse...
Bugün 23 Nisan. Bozmayalım bu anlamlı günün tadını.
Bayramımız kutlu olsun!