Canım kardeşim Mustafa’yı 12 Ekim 2014 tarihinde, 48 yaşında kaybetmiştik.

Ölmeden birkaç gün önce galiba, eşi Aynur’a demiş ki: “Başkalarına atalarından mal-mülk miras kalır, bize de genetik sorunlar miras kalmış!..”

Özellikle baba soyumuzdan “erken ölümler”i dinleyerek geçti çocukluğumuz. Öyle de devam etti. Kalp-damar zafiyeti vardı zira genlerimizde.

Babam Kemal Yolyapar’ı 1972 yılında, henüz 45 yaşında kaybettik.

Benden üç yaş küçük kardeşim Ahmet, 1979 yılında, ani bir kalp krizi sonucu 26 yaşında aramızdan ayrıldı. Sırım gibi bir delikanlıydı. Tanıyan hiç kimse kabullenemedi, o yüzden Türk bayrağına sarıldı tabutu…

En büyük yıkımımızdı bu.

2010’da, 82 yaşında annem Suade Yolyapar…

İşte 5 yıl önce Mustafa…

30 Ağustos’ta, tam da doğum gününde bu kez, 1945 doğumlu ağabeyim Yaşar Yolyapar aramızdan ayrıldı.

Ailenin ilk çocuğu, büyük kardeş, ağabey…

Hiçbiri değil, hepsi, hepsinden daha ötesi…

*

2005 yılında, magazin dergisi olarak yeniden yayınlanmaya başlanan Erkekçe’de, çocukluğumun sinema tutkusunu yazmaya başlamıştım. Aylık derginin her sayısında bir yazı…Hepsi yaşanmış, yerine göre komik, biraz naftalin kokan anılar…

Çok tutulmuştu ve dergi yönetimi “aman, nerede kaldı bu sayının yazısı” diye arar olmuştu.

Adımız derginin “sinema yazarı”na çıkmıştı, hiç ilgimiz olmadığı halde.

İşte bu Erkekçe’nin Kasım 2005 sayısında “Sinema Önünde İncir Ağacı” başlıklı yazımda, ağabeyime de yer vermiştim.

Yazının o bölümü şöyleydi:

*
Şehrin diğer sinemaları da bir yana, ille de Topal Naci’nin sinemasının önü…Bambaşka bir dünyaydı bizler için. Pamuk şeker satıcısından barbut attıranına kadar cins cins insanlar, sinema saatinden önce orada toplanırdı. Bizim işimiz Tom Miks - Teksas ticareti... Kitapları satın alıyoruz, okuduktan sonra geri satıyoruz. Aldığımız fiyattan bile satsak, okumuş olmamız kâr... Kaldı ki, kasap dükkanından aldığımız mürekkebe batırılmış baskıları kitap haline getirdiğimizde kâr da edilmiyor değil.

Kinova Yalçın'la ortaklık kurmuşuz mahallede...İşler tıkırında. Bir gün, Yalçın'ın işi çıkmış, gelemedi. Satacağımız kitapları alıp gittim Turan Sineması'nın önüne. Daha çocuğuz... Tepemden bakan üç delikanlı, beni ortalarına aldılar. Satın almak istermiş gibi elimdeki kitapları alıp bakmaya başladılar. Sonra da para-mara vermeden "hastir"i çaldılar bana. Öyle çaresizim ki... Üç kitabım elden gitmiş, bir de gururum kırılmış, ama değil üçüne, birine bile gücümü yetiremem. Zaten kavgacı biri de değilim ki... Boğazıma düğümlenmiş hıçkırıkla sinemanın önünden ayrılıyorum, eve dönmek üzere. Sersemlemişim, ayaklarımı sürüyerek yürüyorum. Tam sandıkçılar arastasına döndüğümde karşımda ağabeyimi görmeyeyim mi? Zemberek boşandı... Ağıdı koyverdim... Burnumu çeke çeke "kitaplarımı çaldılar" diyebildim. Mahallede "bir eli taş, bir eli değnek" diye tanınan, Başöğretmenin kafasını yardığı için evimizin karşısındaki okul yerine uzaktaki okuldan mezun olan ağabeyim, hemen tuttu elimden, sürükler gibi sinemanın önüne götürdü tekrar. "İşte şunlar" diye uzaktan göstermemle üçünün birden arasına dalıp sille-tokat girişmesi bir oldu. Sırtını duvara vermiş yumruklarını konuşturuyordu. Sonradan tanınmış bir boksör de oldu ya zaten... Saniyeler içinde üçü de haşat olmuştu. Kaçarken ağlıyordu biri, "babam daha yeni almıştı" diye yırtılan ceketini göstererek... Barbutçu Kömbele de tezgâhını çoktan toplamış, kenara çekilmişti. Zaten garibin kazandığı görülmezdi ki... Çoğu kez cebindeki parayı da verir, tezgâhı kapatıp giderdi, tabanlarına bastığı ayakkabılarını sürüye sürüye. Bizim Tom Miks - Teksas ortaklığının da sonu oldu bu olay. "Alıp-satmayı bırak" dedi ağabeyim, “okumak için alacaksan neyse…”

*

Yalnızca bundan dolayı değil, her bakımdan yiğit, mert, dürüst bir Anadolu delikanlısıydı, benim yetişme çağlarımda. Gözünü budaktan sakınmayan, ölümüne kavgalara bir saniye tereddüt etmeden dalan, ama en az “kavgacı” olduğu kadar da “yufka yürekli”…Hak etmediği tek kuruş geçmemiştir boğazından…Ama, çok insana iyiliği vardır, hiç karşılıksız…Hakkı olanı alamamışlığı vardır.

1980’de Çorum olayları patlak verdiği zaman, tekstil sektöründe yüksek bir ciroya sahipti; toptan kumaş ve hazır elbise satıyordu. Alacak senetleri ödenmemeye başlayınca, bizzat ben uyardım kendisini, borçluları sıkıştırması gerektiğini söyledim.

Tek bir cümleyle karşılık verdi:

“Esnafımı icraya veremem!”

*

O yiğit adam, gerçekten benim kahramanımdı.

Ama, belki de o yiğitliği neden oldu sağlığını kaybetmesine.

Aşırı özgüven var ya…

“Eski sporcuyum, sağlam bünyeye sahibim, güçlüyüm, bana bir şey olmaz!”

Diyabet tedavisini ihmal ettiğini, ilaçlarını aksattığını öğrendiğimizde, ay bacayı aşmıştı…Ve kötüye gidiş durdurulamadı.

Yaşadığım sürece, “kahramanım” olarak taşıyacağım yüreğimin en üst katında.

Unutmak ne mümkün seni abi!..

Nurlar içinde uyu.


Merhum Yaşar Yolyapar’ın 20’li ve 30’lu yaşları…

Boks antrenörlüğü ve boks hakemliği…

Arkadaşlarıyla…(Üstteki fotoğrafta ortada, alttaki fotoğrafta sağ başta)

Kubbeli Caddesi’ndeki dükkanında, kardeşleri ve kızı Nilgün’le…(Arkada, sol başta merhum Ahmet, ortada Recep, önde merhum Mustafa ve İsmail)

Kardeşi Mustafa ve kızı Nilgün’le…

Yine merhum Mustafa ve Nilgün’le…

1978’de merhum Ahmet’in Hülya ile düğününde, eşi Necla Yolyapar’la birlikte…Yine bu düğünde, kızları Nilgün ve Belgin’le…

Necla ve Yaşar Yolyapar, torunları (Gözde ve Kemal’in çocukları) Doğa Yolyapar’ın 1. yaş gününde…

(Soldan sağa) İsmail, Mehmet, Yaşar, Recep ve Mustafa Yolyapar kardeşler, anneleri Suade Yolyapar’ı kaybettikleri Kasım 2010’da…

Beş yıl önce, tüm ailenin bayram neşesi…Bu fotoğraftan, önce Mustafa Yolyapar, sonra Yaşar Yolyapar’ın damadı Metin Uslu, son olarak da Yaşar Yolyapar hayata veda etti.