Çorum Haber yönetimindeki dostların bana açtıkları bu köşede son yazımı yaklaşık 5 ay önce yazmışım. Bir bilim insanı, bir akademisyen olarak yazmak aslında benim için ekmek, su ve hava gibi bir ihtiyaç. Bildiklerinizi, düşündüklerinizi okuyucuyla paylaşıyorsunuz. Bazen birileri size düşüncelerinize katılmıyorum diyor. Bazen de sizi uyarıyor. Yazdığınız bir konuda “öyle değil böyle” diyor. Karşılıklı etkileşimle öğretirken öğreniyorsunuz. Kendinizi yeniliyor, geliştiriyorsunuz. Yaşadığımız iletişim, bilişim çağında bundan daha güzel bir şey olabilir mi?

Ancak, bu ülkede özellikle fikir yazıları yazmak oldukça rizikolu. Çok sayıda gazeteci ve yazarın doğru dürüst neden tutuklandığını bilmeden, suçunun ne olduğunu bilmeden, cezaevlerinde çektikleri çileler insanın içini karartıyor, acıtıyor. Tüm bu yaşananlara seyirci kalmak, suskun kalmak da insana ayrı bir ızdırap veriyor.

Yandaş medyada, gazetelerinde ve televizyonlarında, koro halinde hep aynı sözler tekrarlanıyor. Kaç televizyon kanalı değiştirirseniz değiştirin hemen aynı gazeteci, köşe yazarı veya üniversite mensubunu görüyorsunuz. Derslerine o kadar güzel çalışmışlar ve derslerini o kadar güzel ezberlemişler ki, artık ne söyleyecek diye merak etmiyorsunuz. Zira, hangi konuda fikir yürütürlerse yürütsünler makam aynı makam. Derin devlet, darbeci ordu, külli şeyin suçlu Cumhuriyet vs. vs…

Efendim Cumhuriyet her şeyi yanlış yapmış. Şu Cumhuriyetle biz güzel hesaplaşsalar içleri rahatlayacak. Mustafa Kemal ile İnönü ile hesaplaşmanın yolu var. İşte sana Dersim sorunu, Kürt sorunu. Ben en çok oradaki Kürt kardeşlerimiz adına üzülüyorum. Zira, medyada bu tartışmaları yapanların bilgileri o kadar sığ ki, belki hayatında feodalizm nedir duymamış, okumamış. Dersim olayını bu bağlamda tartışmazsanız şerefli Türk Ordusunu katliam yapmakla suçlarsınız.

Ülke gündemi o kadar hızlı değişiyor ki, yazmak için çok sayıda malzeme çıkıyor. Ancak, gündem yine o kadar hızlı ve bir o kadar da kasıtlı çarpıtılıyor ki herkesin kafası allak bullak oluyor. Bu arada yalan yanlış birçok şey kafalarda soru işareti uyandırılarak ört bas ediliyor. Bu ülkenin Genel Kurmay Eski Başkanı bir çırpıda tutuklanıyor ve terör örgütü kurmakla suçlanarak ceza evine gönderiliyor. Allah aşkına birileri bunu yüksek sesle haykırsın. Bunlar doğru mu? Benim iki evladım son yıllarda vatani görevlerini aslanlar gibi yaptılar geldiler. Hayatımda bundan duyduğum mutluluğu hiçbir şeyden duymadım. Şimdi ben ne diyeceğim. “İki oğlum askerlik yaptı. Ama ne yazık ki, Genel Kurmay Başkanları terörist çıktı. Dolayısıyla ben çocuklarımı askere gönderiyorum zannetmişim ama terör örgütüne göndermişim” mi diyeceğim? Aklım almıyor. Ben bu şerefli ordunun en üst komutanının şerefli, haysiyetli ve dürüst bir komutan olduğu konusunda asla şüphe duymuyorum. Yüce Türk Yargısının bunu aydınlatacağını düşünüyorum. Her ne kadar yargıya ve hukukun üstünlüğüne yönelik içimde şüpheler olsa da. Yargı süreci tamamlanıncaya kadar fazla hüküm vermemeyi de yargıya saygımın ve inancımın gereği içimde saklıyorum. Ordu içinde çürükler varsa onları temizlemek yargının görevi. Birkaç çürük için tüm orduyu töhmet altında bırakmak da doğrusu içimi sızlatıyor.

Cumhuriyet adına ne yapılmışsa hepsi yanlış yapılmış. Son birkaç gün içinde Andımız ve İstiklal Marşımıza dil uzatılmaya başlandı. Bunlar ırkçı ve şovenist unsurlar içeriyormuş.

Hepsi akıllara ziyan sözler ve gelişmeler. Hepsi ayrı ayrı ve derinliğine tartışılacak konular. Ama, birileri sanırım maksadına erdi. Emperyalist güçler Sevr ile elde edemediklerini yerli işbirlikçileri sayesinde bir bir elde ediyorlar.