Cumhurbaşkanlığı seçimi nedeniyle toplumda yine bir korku, endişe ve gerginlik oluşturuldu.
Bu korku, sürekli dillendirilen "Başkanlık Sistemi", yani topluma sunuluş biçimiyle "diktatörlüğe" giden yol idi.
Başkanlık sistemi böyle midir? Bilemiyoruz. Diktatörlüğe gider mi? Bilemiyoruz. Bildiğini sananlar da iktidar ya da muhalefetin bakış açısıyla anlatır durumda.
Bugün dünyada 193'ü BM üyesi olan 203 devletten 94 tanesi, "Başkanlık" ve "Yarı Başkanlık" sistemi ile yönetilmekte.
Kaldı ki "Başkanlık Sistemi" Demirel ve Turgut Özal tarafından da dillendirilmişti.
Galiba başkanlık sisteminden değil, mevcut iktidardan ve Erdoğan'ın cumhurbaşkanı olmasından korkuluyor ve endişe ediliyor olsa gerek.
Öyle ki, 1982 darbe anayasasındaki cumhurbaşkanlığı yetkileri ve bu yetkileri tam olarak kullanacağını söyleyen Erdoğan'ın sözleri, haklı olarak böyle bir endişeyi yaratır olmuştur.
Oysaki siyaset, korku ve endişe üzerine inşa edilir olmamalıdır.
Nitekim korku üzerine inşa edilmiş siyasetler maalesef yenilmiştir.
Örneğin:
-Bugün bölünme korkusunu en çok yaşayan siyasetler, bölünecek dediği coğrafyadan silinir olmuştur.
-İrtica korkusunu yaşayan siyasetler, muhafazakâr kentlerden yok olmuştur.
Sanki bu ülkede, korku siyasetin bir parçası haline gelmiş ya da getirilmiştir.
* * *
Nitekim siyasal ortama baktığımızda, Cumhuriyet 91 yaşında ama bu ülkede:
-40 yıl "türban" tartışması yaşanmıştır.
-40 yıl "komünizm gelecek" korkusu yaşanmıştır.
-Yıllarca "şeriat gelecek" korkusu yaşanmıştır ve de yaşanmaktadır.
-34 yıl "ülke bölünecek" korkusu yaşanmıştır, daha da yaşanmaktadır.
-Her 10 yılda bir darbe yapılır olmuştur. Ve de bu toplumun siyasal dünyasında sürekli darbe korkusu yaşanmıştır.
Ve bu ülkenin:
-10'larca yılı sıkıyönetimle geçmiştir.
-15 Yılı "olağanüstü hal"le geçmiştir.
-34 yılı etnik savaş diyebileceğimiz bir çatışmayla geçmiştir.
Sonuçta:
-Yaşanan olaylar ve yaşatılan korkular, telafisi mümkün olmayan yaralar açmıştır.
-Önyargıları daha da pekiştiren, düşman haline getirilen bir toplum üretilmiştir.
-Yıllarca bu korkularla yaşatılan, birbirini düşman olarak gören ya da gösterilen bir nesil yetiştirilmiştir.
Yani özet olarak, korkularla özgür düşünmenin unutulduğu bir siyasal iklim yaratılmıştır.
Ve de öyle ki;
-Kendi düşüncesinden kendi korkan bir nesil...
-Yazarından korkan bir toplum...
-Şiirinden korkan bir devlet...
-Şairleri ve yazarları cezaevinde yetişen bir ülke yaratılmıştır.
İşte bu ülke, artık bunları aşmalıdır.
Artık bu ülke, özgür düşünceden korkmamalıdır.
* * *
Ne yazık ki; daha birleştirici ve barışçıl bir dil kullanılması gereken cumhurbaşkanlığı seçiminde:
-Ağır, hakaret dolu ve incitici sözler söylendi.
-Özellikle Sayın Erdoğan'ın sözleri, cumhurbaşkanı olması gereken bir kişinin kullanmaması gereken bir dil oldu.
Bu yazının yazıldığında cumhurbaşkanı oylaması henüz bitmemiş, kazanan belli olmamış idi.
Ama her kim kazanmış olursa olsun, bu ülkenin bir barış diline ve barışçıl bir ortamın oluşmasına büyük bir ihtiyacı olduğu bilinmelidir.
Özellikle de:
-Suriye'deki, Irak'taki bir tehlike adım adım sınırlarımıza dayanmak üzereyken...
-Hatta dayanmışken...
-Ne olduğu belli olmayan, emperyal bir gücün güdümünde olduğu sanılan ve de İslami bir kimlikle hareket eden bir örgütün saldırılarıyla, Ortadoğu'da sınırlar yok edilirken...
-Ve Gazze'de, İsrail'in Müslüman katliamı yaşanırken...
-Ve Irak'ta, Suriye'de İslam adına Müslüman katliamı yaşanırken...
-Ve de İslam İşbirliği Teşkilatı ve Arap Birliği bu katliamları seyrederken...
Kendi içinde barışçıl ve bölgede söz sahibi olabilecek güçlü bir Türkiye'ye büyük bir ihtiyaç vardır.
Umarız ki; cumhurbaşkanlığı seçim sonucu, gerginliği tırmandıran değil, barışçıl bir ortamın ve güçlü bir Türkiye'nin başlangıcı olsun.