Yazımın başlığı, yurtsever bir Kürt’e, Devlet eski bakan ve diplomatlarından Kamran İnan’a ait.

Kamran İnan, Saygı Öztürk’le yaptığı söyleşide söylüyor bunu.

Dahası da var…

Diyor ki Kamran İnan: “…İhanet üreten, hainlik üreten bir toplum olduk. Yıllardır yapıyoruz bunu… Ancak ne yazık ki, ilacını bulamadık bunun. Çünkü araştırmıyoruz. “Niye, neden, niçin böyleyiz?” diye sorup, sorgulamıyoruz. (…)

Türkiye’de devlet adamı yokluğu var. Bir zamanlar ülkemiz, ‘devlet adamı hazinesiyken’, şimdi ‘devlet adamı fukarası’ haline geldi. Bir zamanlar, devlet yönetiminde örnek bir ülkeyken; şimdi devlet yönetiminde sınıfta kalmış bir ülkeyiz.

Türkiye’de eğitim, iflas halinde. Dünyada kitabın, en az yazıldığı ve en az okunduğu ülkelerden biriyiz. Örneğin Fransa’da kişi başına yılda 30 kitap düşüyor, bizde 30 yaprak bile düşmez. Okumayan, araştırmayan bir ülke olduk.

Batı ülkelerinde liderler, devleti yönetenler, kitap yazar. Bizde bunların hiçbiri yok. Kaldı ki, yazılsa ne olur, kim okur ki!

Son derece önemli ve hassas bir konumda bulunan ülkemizi küçültmek isteyenler var.

Bunun için büyük çabalar gösteriliyor. Ülkemize sadakatle hizmet eden ve bunun için çaba gösterenlerin başına olmadık işler getiriliyor.

Ülkemizde ne yazık ki, hainler makbul.

Bu kadar haininin nasıl olup da yetiştiği; bunun toprağımızdan mı, suyumuzdan mı olduğu, araştırılıp incelenmeli. Bu vatanın, hain yetiştirmede nasıl bu kadar verimli olduğu ortaya çıkarılmalı ve önlemler, buna göre alınmalı…”

… …

Evet… böyle söylüyor Kamran İnan.

Rahmetli İsmet İnönü de böyle söylerdi.

Ecevit’in de benzer bir sözünü anımsıyorum.

Bu toprakları, bu coğrafyayı karıştırmayı kendine misyon edinmiş, İngiliz devlet adamı ve yazarı Winston Churchill’in de benzer sözleri var bu konularda.

Churchill, “…Bu coğrafyanın altını üstüne getirmek, çok kolaydır; yeter ki siz, kime (ya da kimlere) ne tür çıkarlar sağlanması gerektiğini, doğru saptayın…” der.

* * *

Tekrar dönüyorum, Kamran İnan’la yapılan söyleşiye…

Sayın İnan, söyleşisinde; “… Ülkenin, eski hain sayılarını mumla arar hale geldiği…” ironisini yaptıktan sonra şöyle diyor; “…Bakan olduğum dönemde, güvenlik birimleri, Bakanlar Kurulu’nu bilgilendiriyordu. Devlet aleyhine faaliyet gösterenlerin sayısını sordum; ‘205 bin…’ dediler. Hatta ben de bunu, bir kitabımda açıkladım ve resmi bilgilere göre ‘205 bin hainimizin olduğunu’ belirttim.

Birkaç yıl sonra karşılaştığım dönemin Genelkurmay Başkanı, ‘O zaman verilen rakamlar şimdikilerin yanında çok mütevazı kalıyor; şimdi daha da arttı o sayı…’ demiş, acı acı gülümsemiştik, karşılıklı olarak…

Evet… Hain sayımız giderek artıyor ve o hainler, devletin olmadık yerlerine sızıyor.

Bunları nereden çıkardığımı sorarsanız; ben ülkemizde olup bitenlere, yalnız gözlerimle bakmam, inceler, araştırırım… Sadece yerli kaynaklarla da yetinmem, yabancı kaynaklardan yararlanırım…

İnsanımız yanlış yolda ve ne yazık ki benim vatanım bolca hain yetiştiriyor.

Özellikle bugünlerde, bu devletin kurucusuna ve onun kurduğu laik devlete küfredenler, devlet yetkilileri tarafından makbul kişiler olarak addedilip, resmi araçlarla ve resmi üniformalarla ziyaret ediliyor, el üstünde tutuluyor. Madden ve manen ödüllendiriliyor.

Ülke insanı, yabancılara, devletini gammazlıyor.

Siyasetçilerin, bürokratların bile haberi olmayan çoğu bilgi, yabancılara ulaştırılıyor. Yabancı ülkelerden gelecek gazetecilerin kimlerle görüşmesi gerektiği bile belli çevreler tarafından ayarlanıyor ve özellikle devlet aleyhine konuşacaklarla görüşmeler ayarlanıyor. (…)

Devlet aleyhine faaliyet gösterenler haindir.

Devleti dışarıya jurnalleyen, yabancı kamçısıyla devletini dövmeye çalışanlar, bu yaptıklarının karşılığını da fazlasıyla alıyorlar. Ne kadar etkili olurlarsa ona göre prim alıyorlar, ona göre terfi ediyorlar, önemli noktalara gelmeleri sağlanıyor.

Bunları çok üzülerek anlatıyorum…

Yazık, çok yazık…”

* * *

Evet, Sayın İnan özetle bunları anlatıyor söyleşisinde…

Sayın İnan bir Kürt.

Sayın İnan’ın ailesine, geçmişte büyük acılar yaşatılmış. Sayın İnan da bu acılara tanık olmuş.

Ama devlete hiç küsmemiş.

“O dönem, öyle bir dönemdi. Yanlışlar karşılıklıydı… Yaşanmamalıydı ama yaşandı… Bu ülke, bu topraklar hepimizin…” diyor.

* * *

Siz bunları okurken, ne yaptınız, ne hissettiniz bilmiyorum.

Ben utandım.

Dahası, hiç doğmamış olmayı; bugünleri hiç yaşamamış, görmemiş olmayı diledim.

Lanetledim olanı, biteni ve de sebep olanları…

Sadece sebep olanları da değil; onların annelerini babalarını, öğretmenlerini de lanetledim…

Her ana, ana; her baba da baba değildir.

Her öğretmenin de öğretmen olmadığı gibi…

“Analar ağlamasın” edebiyatını yaparken, bu sözü enine boyuna tartıp, biçmek gerekiyor.