Onlar ki, sazıyla bu toplumun görünen yüzü, sesiyle bu toplumun dili olmuşlardı.
Kimi sevdasını dillendirmişti. Neşet Ertaş gibi...
Kimi öfkesini haykırmıştı. İhsani gibi...
Kimi isyanını bağırmıştı. Mahzuni gibi...
Kimi sevgi tohumu ekmişti. Veysel gibi...
Bunlardan önce de dillenmişti Anadolu. Bunlardan önce de haykırmıştı; Pir
Sultan'ın, Karacaoğlan'ın, Köroğlu'nun, Dadaloğlu'nun ağzından ve de sazından...
*     *     *
"Kurusa fidanım güllerim solsa
Gönlümde solmayan gülümsün benim
Yaprakların gazel olsa dökülse
Daha taze fidan, dalımsın benim" diyordu, bozkırın ozanı Neşet Ertaş.
Herhalde bir sevdaya duyulan saygı, ancak bu kadar güzel anlatılabilirdi.
"Etkilendiğim tek kişi, babam" demişti. Babası Muharrem Ertaş da kendi gibi ünlü bir halk ozanı idi.
1938'de Çiçekdağı'nda doğan, 25 Eylül 2012'de ölen Neşet Ertaş, ilk plağını 1957'de çıkarmıştı. Ve o, artık Anadolu'nun bozlak sesi olmuştu.
Demirel'in Cumhurbaşkanlığı döneminde teklif edilen devlet sanatçılığını kabul etmemişti. "Hepimiz bu devletin sanatçısıyız, ayrıca bir devlet sanatçısı sıfatı bana ayrımcılık geliyor" demişti.
Ama o, UNESCO tarafından "Türkiye Ulusal Envanterine alınmış ve "Yaşayan İnsan Hazinesi" olarak kabul edilmişti. Ve de devam etmişti Neşet Ertaş;
"Ağarsa saçların belin bükülse
Birer birer hep dişlerin dökülse
Kurusa vücudun kanın çekilse
Gine şu gönlümün yarisin benim"
*     *     *
"Halk Şiiri"ni ayağa kaldıran, Şarkışla'da adına her yıl şenlik yapılan, Köy Enstitülerinde halk müziği dersleri vermiş olan Aşık Veysel der ki;
"Yezit nedir, ne Kızılbaş
Değil miyiz hep bir kardaş
Bizi yakar bizim ateş
Söndürmektir tek çaresi"
Şiirlerinde barışın, insan ve doğa sevgisinin mesajını ve de göremediği doğanın özlemini dillendiren Veysel, 1894'te Şarkışla ilçesi Sivrialan köyünde doğmuş, 21 Mart 1973'te ölmüştür.
Yerine göre Karacaoğlan, yerine göre Yunus olmuştur. Ve o büyük ozan;
"Selam saygı hepinize
Gelmez yola gidiyorum
Ne şehire ne de köye
Gelmez yola gidiyorum" diyerek veda etmiştir.
*     *     *
“Türk milleti, Türk milleti
Nerden gelmiş elin iti
Bu gidişin sonu kötü
Amerika katil katil!..." diye isyan eder, günümüzün Pir Sultan'ı Mahzuni.
Askeri okuldan uzaklaştırılmış olan Mahzuni, 1940'ta Afşin'in Berçenek köyünde doğmuş, 17 Mayıs 2002'de ölmüştür.
1964 yılında ilk plağı çıkmıştır ama her şiiri başına bela olmuştur. Davalar açılmıştır, tutuklanmıştır, ceza almıştır, saldırıya uğramıştır, evi yakılmıştır.
Ama umudunu hiç yitirmemiştir. Çünkü Anadolu insanı, onun gözünde bir başka yiğittir. Ve de şöyle seslenir Mahzuni: 
"Doğudan batıya bir ses yükselir
Yiğitler yiğitler bizim yiğitler
Gavur dağlarından Dadallar gelir
Yiğitler yiğitler bizim yiğitler"
*     *     *
"Yazacağım, bu can tende
Durana dek yazacağım
Eşitsizlik zincirini
Kırana dek yazacağım" diye haykıran bir sestir İhsani.
1932'de Diyarbakır'ın bir köyünde doğmuş, 21 Nisan 2009'da ölmüştür. 1970'lerin en popüler halk ozanıdır. Demokrat Parti ile başlamıştır politik hayata, TİP ile devam etmiştir.
Le Monde'da hakkında şöyle bir yazı çıkmıştır.
"... Yalnızca Vietnam Savaşı'na karşı koyan dünya ozanlarında görülen açık sözlü sertlik, İhsanı şiirlerinin ilk göze çarpan özelliğidir."
Ve diyor ki, İhsani:
"Sorumluyum ben çağımdan
Düz ovamdan dik bağımdan
Sömürgeni toprağımdan
Sürene dek yazacağım"
Evet, yazacağını yazmıştır İhsani. Söyleyeceğini söylemiştir Mahzuni. Ama sömürgeni kovamamıştır bu ülke.