12 Temmuz 1947 tarihli yardım anlaşması ve IMF ile Dünya Bankasına üye olma ile başlayan yakınlaşma, hemen her alanda ABD ile müttefikliğe dönüşmüş ama Türkiye hiçbir zaman müttefikliğin gerektirdiği dostane ilişkiyi bulamamıştır. ABD ile yakınlaşmayı başlatan Sayın İsmet İnönü'nün 1964 yılında Lyndon Johnson'un çirkin mektubu üzerine söylediği sanılan: "Yeni bir dünya kurulur, Türkiye de orada yerini alır." dedirten isyana benzer söylemine kadar gelmiştir.

İnönü'nün bu sözleri tarih vererek, mektuptan iki ay önce söylediğini yazanlar var. Demek ki durumun vahameti daha önce başlamıştır.

İnönü'nün basına da yansımış olan Time Dergisine verdiği beyanatında: "Kıbrıs'taki bu haksız durum devam eder, müttefikler bizi yalnız bırakır, NATO yanımızda olmaz, anlayışsızlık hüküm sürer, Türk azınlık ezilir, bu böyle devam ederse günün birinde Batı'nın savunma sistemi yıkılır, yeni şartlarla yeni bir sistem ve dünya kurulur, Türkiye de bu yeni dünya içinde yerini bulur."

Rahmetli İnönü, 56 yıl önce, adım adım geldiğimiz günümüzdeki durumu anlatıyor gibi geldi bana. Değişim olmadı değil. S.S.C.B. dağıldı. Çin büyük güç kazanarak söz sahibi oldu ama yeni dünya kurulamadı. ABD'nin hâkimiyeti korkunç borçlarına rağmen devam ediyor.

Bu duruma nasıl geldiğimize bakalım:

•1974'de Kıbrıs Barış Harekâtı oluyor. Haşhaş krizi üstüne gelen bu duruma 05 Şubat 1975'te ABD tarafından Türkiye'ye yönelik silah ambargosu kararı alınıyor. Türkiye buna Kıbrıs Türk Federe devletini kurarak, 1969'da imzalanan " Savunma İşbirliği Anlaşması’nı askıya alarak, İncirlik dahil tüm askeri tesislerin TSK'nın kontrol ve gözetimine alınması ile karşılık veriyor.Ambargo ve yaşanan kriz 1978'e kadar sürüyor.

•Ecevit'in "Gölge etme başka ihsan istemez."diye bağırdığı isyan denilebilecek olay var.

•PKK'nın kurulduğu günden beri İncirlik'teki ABD birliğinden silah desteği aldığı, güneydoğu dağlarımızın ağır silahlarla donatıldığı bilinmesine rağmen terör örgütü söylemimize katılıyorlardı ama artık aksini söylüyorlar, PKK'ya yandaş tavırlarını gizlemiyorlar. Bunu da Suriye'de 30 bin tır silah yardımı yaparak ortaya koydular.

•1 Mart tezkeresinin yarattığı travmadan sonra 4 Temmuz 2003 günü Amerikan askerleri Irak'ın Süleymaniye kentinde Özel Kuvvetler Komutanlığı'na bağlı subaylarımızın bulunduğu karargâha baskın düzenleyip başlarına çuval geçirerek sorgulanmak üzere Bağdat'a götürülüp 60 saat boyunca rehin tutuluyor.

Daha sonra üst üste yaşanan birçok kriz. Gelinen noktada ben diyorum ki: "Bu tahta mıh tutmaz."

ABD halen soğuk savaş kalıntısı bir dış politika anlayışı ile dünya siyasetini belirlemeye çalışıyor. Ancak bu politikanın artık itibar görmediği bir gerçek. Türkiye'de artık dış politikasını soğuk savaş dönemine göre değil, kendi menfaatlerini, bölgesel çıkarlarını öne çıkaran bir dış politika izliyor.

Bu yaptırım kararının arkasında sadece Rusya'dan aldığımız S400 Hava Savunma Sisteminin yattığını düşünmek akılcılıktan uzak olacaktır. Ben geri planda Suriye, Libya, Doğu Akdeniz ve Dağlık Karabağ'da yaşanan ve Türkiye'nin bu bölgelerde artan nüfuzunun da etkili olduğunu düşünenlerdenim.

de şunu kabullenmesi gerekiyor. Artık iki kutuplu bir dünyada yaşamıyoruz. Günümüzde bölgesel güç olan devletler öne çıkmaya başlıyor. Rusya da bunun farkında olsa gerek, görüş ayrılıklarına rağmen Türkiye ile ilişkilerini her zaman sıcak tutmaya çalışıyor.

Bakalım Biden döneminde Türkiye-ABD ilişkileri nasıl bir seyirde ilerleyecek.”

"Perşembe'nin gelişi, Çarşamba'dan bellidir" diye güzel bir söz vardır. Bu açıklamanın ardından geçmişte ve bugünde, belki de gelecekte de hastalıklı ilişkilere sahip olduğumuz ve de görünen o ki olacağımız ABD ile sizce yeni krizler kapıda mı? Yorum sizin…

En güzel günler sizlerin olsun.