Türkiye Cumhuriyeti kurulduğunda "Ulus Devlet" temelinde bir modernleşme süreci başlatılmıştı.

-Arap ve Hilafet kültüründen tümüyle arındırılmış...

-Dinsel öğretiler ve din, toplumsal hayatın yönetiminden uzaklaştırılmış...

-Batı tipi cumhuriyet normlarıyla donatılmış bir ülke, bir nesil yetiştirilmesi hedeflenmişti.

Ve Doğunun sosyolojik varlığını dışlayan, Batı'nın değerlerini topluma giydiren bir toplumsal mühendislik oluşmuştu.

Sonuçta:

Doğu ve Batı kültürünün arasına sıkıştırılmış bir toplum oluştu.

Doğunun değerleriyle dolu bir toplumun, itirazları yükselir oldu.

İşte bu itirazlar, 1946'dan itibaren özellikle büyütüldü. Kurucu siyasal anlayışa karşı, siyasal bir çıkışa dönüştürüldü.

Diyebiliriz ki, Türkiye'nin bugünkü siyasal haritası bu kavganın ve bu sürecin bir sonucudur.

Yani itiraz eden siyasal oluşum, iktidar kavgası sürecinden ve de bölgedeki siyasal konjonktürden beslenerek, bugünkü Türkiye siyasetine damgasını vurmuş oldu.

Ve o gün bu itirazları besleyerek büyüten merkez sağdaki siyasetler, bu gün sığınacak bir dal ve de kaybettikleri siyasal tabanı arar oldu.

O gün bu itirazları kurucu siyasete karşı kullananlar, bugün kurucu siyasetle bile ittifak ister oldu.

Görünen o ki, Gezi Parkı direnişinde yakılan kıvılcım, bu kavganın işaret fişeği olarak kullanılıyor olsa gerek.

Gezi Parkı ile başlayıp Türkiye geneline yayılan bu toplumsal hareketteki irade, ete-kemiğe bürünüp toplumsal bir misyon olacak mı? Bilemiyoruz.

Elbette böyle bir misyonun oluşumu, Türkiye siyasetine büyük bir katkı sağlayacaktır.

Çünkü:

-Türkiye de çözüme kavuşmamış, nereye gideceği halen kuşkulu bir "Kürt Sorunu" vardır.

-Sürekli kaşınan ve de sürekli canlı tutulan bir "Alevi-Sünni" gerginliği, sanki pusuda beklemektedir.

-Ve birbirini tasfiye etmek isteyen, bu ülkede siyasal ve toplumsal yarılmanın ana damarını oluşturan TÜSİAD-MÜSİAD gibi sermaye gruplarının kavgası vardır.

Oysaki bugün:

İktidarda, Gezi Parkı direnişini kendine karşı siyasal bir komplo sanan anlayış oluştu. Çünkü Gezi direnişi, iktidarın kimyasını bozar oldu.

Muhalefette ise, iktidarı yok edebileceğini sanan bir anlayış hakim oldu. Çünkü toplumsal bir duruşun sarhoşluğu yaşanır oldu.

Öyle anlaşılıyor ki, ne iktidar ne de muhalefet, Gezi direnişindeki mesajı anlamadı anlayamadı.

Öncelikle bilinmelidir ki, bu hareket bir sınıf hareketi değildir. Bir sınıfsal başkaldırı değildir. Bir emek mücadelesi de değildir. Toplumsal bir özgürlük talebidir.

Yani bu toplumun, 90 yıllık sosyolojisini geriye dönüştürmek isteyen ya da öyle sanılan bir zihniyete karşı verilen bir modernleşme kavgasıdır.

Ve Gezi direnişi:

-Bir direniş olmanın ötesinde bir itirazın ifadesidir.

-90 yıl önce muhafazakâr kesimden Cumhuriyete itiraz edilmişti. Bugün Cumhuriyetin muhafazakârlığa itirazıdır.

-İktidarın 90 yıllık Cumhuriyetle hesaplaşır oluşuna, muhafazakâr simge ve değerlerle donatır oluşuna itirazdır.

Gezi direnişi aynı zamanda bugünkü muhalefete de bir itirazdır. Siyaset üretemeyen, yapılan her şeye "istemezük" diyen bir anlayışın muhalefet sanılmasına itirazdır.

Yani bu ülkenin demokratikleşmesinin önünü açamayan iktidara da, muhalefete de topyekûn bir itirazdır Gezi direnişi.

Özellikle görülmelidir ki, Gezi Direnişi:

-Topluma bir özgüven aşılamıştır.

-İktidarı sarstığı gibi muhalefeti de sarsmıştır.

-Siyasi partilere, topluma karşı sorumluluğunu hatırlatmıştır.

İşte bu toplumsal duruş, ete-kemiğe bürünüp toplumsal bir misyon kazandığında:

-Siyasete yeni bir rüzgar getirmiş olacaktır.

-Demokrasi rüzgarını yükseltmiş olacaktır.

-Ülkenin demokratikleşmesine katkı sağlayacaktır.

Yani bilinmelidir ki, Gezi direnişindeki duruş bir modernleşme kavgasıdır. Demokratik ve özgür bir yapının inşa edilmesindeki isteğin toplumsal dilidir.

Dileğimiz odur ki, iktidar ve muhalefet bu toplumsal duruşu doğru okumuş olsun, ortaya çıkmış bu enerji çar-çur edilmiş olmasın.