- KENT NOTLARI -

Değerli dost Zafer Ediş, Ankara Cumhuriyet Başsavcı Vekilliği’ne atandı.
Haberi alır almaz telefonla aradım; kutladım, başarı diledim.
Bir hak, geç de olsa teslim edilmişti. Zira, Yargıtay Cumhuriyet Savcılığı döneminde çok başarılı bir hukuk adamıydı. Yargının daha üst noktalarına yükselmesi gerekirken, savcı olarak önce İstanbul’a atanmış, sonra kendi isteğiyle Ankara Cumhuriyet Savcılığı’na gelmişti.
Bu duygularımızı da paylaştık telefonda.
Sonra oturup haberi yazdım.
Dün sabah bir okur arayıncaya kadar da, yaptığım hatanın farkına varmadım.
Başlıkta Zafer Ediş’in adını yazarken, rahmetli Zeki Ediş’le karıştırmıştım. İlk cümlede de aynı hata devam ediyor, hemen ikinci cümlede “Zafer” adına dönülüyordu. Fotoğraf altında da ismi doğru yazmıştım.
Çalışma arkadaşlarımla her sabah yaptığımız “gündem” toplantılarında, “yazdığınız haberi dönüp bir daha okuyun” diye öğütte bulunurum, ama kendi öğüdüme kendim uymamış oldum bu haberde.
Hoş, dizgi yanlışlarını metni yazan göremez zaten. Bir başkasının (eski adıyla musahhihin) tashih (yani düzeltme) yapması gerekir.
Demek ki, mesleğin 44. yılında da böyle hatalar yapılabiliyor.
Sevgili Zafer kardeşimden de, okurlarımızdan da özür diliyorum.
*
Geçen gün de, bir dostum uyardı “kayınbirader” yerine “kayınbilader” yazılmış diye.
O da ne ki dedim, “çilingir”i “çilingirci” bile yazdık !
Bunlar dizgi yanlışları değil bilgi yanlışları.
O “çilingirci” haberi örneğin, başka bir kaynaktan alınmış, bizim arkadaşımız da “dikkatsizce” düzeltmeden aynen kullanmış.
Ertesi gün utanıyorsun, üzülüyorsun, kızıyorsun, ama gazetecilik böyle…Ok yaydan çıkmış oluyor. Hatanın “özür dilemekten başka” telafisi yok.
İtiraf ederim ki, gösterdiğimiz onca özene rağmen, bir günlük gazete baştan sona taransa, sözcük, imla, anlatım yanlışı olarak onlarca hata bulunabilir.
Bu bizim gazetenin hata bilançosu…Başkalarına hiç kefil olamam.
Onun için, siz siz olun, “gazete böyle yazdığına göre bu sözcüğün yazılışı budur” diye yanılgıya düşmeyin. Tereddüdünüz varsa imla kılavuzuna bakın.
Hele de “cümle yapısı” ve “noktalama işaretleri” konusunda gazete yazılarını asla örnek almayın.
Benden uyarması…
*
Ülkemizde, gazetecilerin iki özel günü var:
10 Ocak Çalışan Gazeteciler Günü ve 24 Temmuz Basın Bayramı.
10 Ocak 1961, gazetecilerin çalışma koşullarını iyileştiren 212 sayılı yasanın yürürlüğe girdiği, 24 Temmuz 1908 ise basından sansürün kaldırıldığı tarih.
Yani, birincisi basın emekçilerini hatırlama günü, ikincisi de, basın özgürlüğünün değerini bilme ve toplumla paylaşma zamanı…
Ne var ki, iki özel günün de “işi boş” şimdi.
Ne basın çalışanları, ekonomik olarak “insan gibi yaşama” şansına sahipler, ne de basın özgürlüğünden söz etmenin olanağı kaldı…
Basın özgürlüğü öncelikle “ekonomik özgürlük”tür.
Basın organlarına ekonomik özgürlüğünü kazandıran ise “halk”tır.
Halkın böyle bir kaygısı yoksa, basının özgür olmayışından şikayet etmeye de hakkı yoktur.
Gerçek budur.
*
Daha iyi, daha hatasız gazete çıkarmanın ilk koşulu, yeterli ve nitelikli eleman çalıştırabilmektir.
Bu olanağı da “halk” sağlar, sağlaması gerekir.
İnandığı yayın organına sahip çıkarak…
Aksi, doğa yasalarına aykırıdır.
*
Çoğu kimse, kendinden hiçbir şey vermeden, gazetecinin elde kılıç yel değirmenlerine saldırmasını bekliyor.
Özveri, tamam da, ekonomik bağımsızlık olmadan nasıl?
*
Bir “hata”dan yola çıktık, yine “dertleşme” moduna girdik.
Sözü fazla uzatmayalım; “Sürçü lisan ettikse affola” diyelim…
Mehmet YOLYAPAR