Dikkatlice baksa, can çekişmesini, kanının toprağa damla damla akmasını görebilecek. Ama o afacanın gözleri bunu göremeyecek değin kapalı. Fidanın sonunu getiren eğri büğrü değil de, dosdoğru düzgün olması ne yazık ki. Değneğini de bahçede yapıyor bizim ki. Yaptığı kıyımın korkusuyla ve kuşku dolu bakışlarla çevreyi kollamadan da edemiyor.”
Burada yine susuyor öğretmenimiz. Biz de sonunu merak ediyoruz bu öykünün. Şengül, hepimiz adına soruyor sanki:
“Sonra öğretmenim?”
“Sonra ne mi oluyor çocuklar?.. Çocuk daha bahçeden ayrılmadan sahibi geliyor üzerine…”
“Ha şöyle,” diyor Ali. “Bir güzel pataklasın adam fidan celladını!”
Öğretmenimiz Ali’nin tepkisine gülüyor. Sonra sürdürüyor yine:
“Kesilmiş fidanı görünce çılgına dönüyor Adam. Yüreği üzünce ve öfkeye kesiyor. Yürüyor çocuğun üzerine. Ama cin gibi bizimki. Atlıyor duvardan, kaçıyor elinde değnekle. Adam, peşinden koşamayacak kadar yaşlı. Yakalasa da çocuğa dokunmayacak zaten. Fidanları, ağaçları, doğayı sevdiği gibi, çocukları da çok seviyor çünkü.
Ama kesilen fidanı için kahroluyor üzüntüsünden. Kesik fidan dallarını toplayıp basıyor bağrına. Yağmur gibi yaş yürüyor gözlerinden. Kolları arasında can çekişen yavrusudur sanki. Yine de ilenmiyor o yumurcağın arkasından. “Çocuktur!” diyor. “Aklı ermemiştir. Yaptığı yanlışın farkında değildir,” diyor. Çocuklar da bir fidan. Çocuk fidanlar, fidanları kesmesinler. Koruyup, kollasınlar onları…” diyor.
Öğretmenimiz sözünün burasında sustu.
Hepimiz oldukça etkilenmiş anlamıştık konuyu. Adam, Rüstem Amca; fidana kıyansa, Yaşar’’dı. Öğretmenimiz, konuyu öyküleştirerek öylesine güzel anlatmıştı ki, etkilenmemek olası değildi.
Tek tek sesler yükselmeye başlamıştı sınıfta.
“Yazık! Nasıl da kıydın o fidana?”
“Hiç mi için sızlamadı?”
Yaş kesen baş keser, denildiğini duymadın mı hiç?”
“Fidan celladı!..”
Bir iç çekme ve ardından bir ağıt sesi…
Ağlıyordu Yaşar. Hem de hıçkıra hıçkıra.
Sesler kesiliverdi birden.
Şimdi sınıfa Yaşar’ın ağıtı Ecemendi. Belli ki pişmandı yaptıklarına.
“Hayrola Yaşar?” dedi öğretmenimiz.
İçini çeke çeke konuştu Yaşar. Çözülmüştü dili.
“Bir daha yapmayacağım öğretmenim! Çok pişmanım!..”
“Çok gördük sözde pişmanlıklarını.”
“Valla billaha olmayacak bir daha. Söz veriyorum öğretmenim!..”
“Peki peki,” dedi öğretmenimiz. “Yemin edip durma boşuna. Ağlayarak kendine acındırmayı da bırak. Bir iki gün sonra, yeni bir marifetinle daha çıkarsın karşımıza.”
Yaşar bu kez gerçekten çok pişman görünüyordu.
“Herkesten özür diliyorum.”
“Kalk!” dedi öğretmenimiz. “Git, çeşmeden yüzünü bir güzelce yıka da kendine gel. Ağlamayı da kes artık!..”
Yaşar yerinden kalkıp çıktı dışarı. Okulun yanı başında köy çeşmesi vardı.
Saatine bakan öğretmenimiz:
“Ooo” dedi. “Dinlenme saatimiz gelmiş çocuklar. Siz de çıkabilirsiniz,” dedi.
20 dakikalık dinlenme sonunda derse girip sıralarımızda yerlerimizi aldık. Yaşar’la kimse ilgilenip konuşmamış; o da bir kıyıya çekilmiş düşünüp durmuştu hep. Yaşar’a çok üzülmüştüm. Onun yerinde olmak istemezdim doğrusu
Öğretmenimiz şöyle bir soruyla başlattı dersi:
“Çocuklar, Yaşar bu yanlışını nasıl telafi etmeli?” Sırayla parmak kaldırıp görüş belirtebilirsiniz.”
(SÜRECEK)