Geçtiğimiz Perşembe günü yayımlanan “Böyle din adamlarımız da var” adlı yazımda; “İslamiyet’i, Arap kültürüne(!) dönüştürmek isteyen, ‘Araplar gibi yaşamayı ve yaşatmayı arzulayan’ ve habis ur gibi gittikçe büyüyen bir kitle var, bu ülkede…” demiştim.

Bir okurum gönderdiği iletisinde, (özetle); “Sizdeki bu Arap düşmanlığını anlamakta zorlanıyorum…” demiş.

Yanlış!

Çok yanlış!

Soru da yanlış, algı da yanlış, yorum da yanlış, saptama da yanlış.

İnsan sevgisi üzerine kurgulanmış, insan odaklı felsefem gereği, hiçbir halka, hiçbir topluma, hiçbir şahsa düşman olmam, düşmanlık beslemem söz konusu olmaz, olamaz.

Evet, bu ulusa karşı rahatsızlık duyduğum doğrudur. Ancak bu rahatsızlığımın adı; “düşmanlık” değil, olsa olsa “karşıtlık” olur.

Evet, Arap karşıtıyım, çünkü bu ulus, bana ve halkıma, uyuşukluktan, miskinlikten, tembellikten başka bir şey vermiyor.

Oysa benim ve halkımın büyümeye, gelişmeye, kalkınmaya, üretmeye, çağı yakalamaya gereksinimi var.

O nedenle yüzümü, aydınlığa, bilime, fenne çevirmek zorundayım.

Bu konuda çok yazdım.

Büyük bir petrol denizinin üzerinde oturmalarına karşın; Dünya üzerinde kalkınmış tek bir Arap Devleti var mı?

Yok.

Niye yok.

Çünkü hurafelerin uyuşturduğu beyinleri, üretmeye uygun değil.

Ver önlerine pilavı, elleriyle yesinler; koy bardaklarına deve sidiğini içsinler. (Örnek ekli resim)

Böyle bir ulusa neden özenilir anlamak mümkün değil.

… …

Ben / biz, binlerce yıllık tarihi olan, 16 büyük devlet kurmuş, kadınına değer veren, kadınına “hatun” (kraliçe) diyen Göktürklerin torunuyuz.

İktidarın önde gelen siyasilerinin zaman zaman dillendirdikleri Türklük karşıtı söylemlerine karşın; Türkoğlu Türk’üz biz.

Ulus olarak en büyük talihsizliğimiz; yaşamlarını, sadece ve sadece tüketim üzerine kurgulamış Araplarla, yolumuzun kesişmesidir.

Yolumuz bu ulusla kesişmese; bugün biz de kalkınmış ülkeler arsında yerimizi almış; üreten, bulan, keşfeden, kendi kendine yeten ülkelerden biri olacaktık.

Yineliyorum.

“İslamiyet’i, Arap kültürüne(!) dönüştürmek isteyen, ‘Araplar gibi yaşamayı ve yaşatmayı arzulayan’ ve habis ur gibi gittikçe büyüyen bir kitle var, bu ülkede…”

Bu güruh, bu mantık, bu zihniyet; bu yüce ulusu, miskinleştiriyor, uyuşturuyor, tembelleştiriyor.

… …

Geçenlerde, bir esnaf arkadaşımın yanına uğramıştım. Baktım, (tanımadığım) konuklarıyla bir söyleşi ortamı var; sessiz sedasız altıma bir tabure çekip, oturdum bir kenara; söyleşilerini dinlemeye başladım.

Konu Virüs Corona.

Konuklardan biri; “Şerefsiz gâvurlar, hâlâ bir coronanın aşısını bulamadılar…” dedi.

Sinirlendim, kalktım.

İşte mantığımız bu.

Gavur(!) bulsun, keşfetsin, üretsin; biz de geçinelim, sebeplenelim.

Biz niye bul(a)mıyoruz?

Biz niye üret(e)miyoruz?

Çünkü hurafelerle uğraşmaktan, bilimsel eğitim alamıyor, bilimsel çalışmalara ağırlık veremiyoruz.

Üretmiyor, üretemiyoruz.

Üretmeden tüketiyoruz.

Üretmeden tükettiğimiz için de; yavaş yavaş eriyor, yavaş yavaş tükeniyoruz.

Ülke olarak bir elimiz, dilenci eli gibi hep açık.

* * *

Bu iktidar döneminde yüzlerce lise, bağırta bağırta imam hatip lisesine dönüştürüldü.

Bizim bilimsel çalışmalar yapacak bilim adamlarına, doktorlara, sağlık personeline, öğretmenlere, mühendislere mi gereksinimimiz var, yoksa imamlara mı?

Diyanet İşleri Başkanlığının personel sayısı; son 11 yıl içinde 47.000 artışla, 130.000’ne ulaştı…

Sağlık Bakanlığının personel sayısı ise 1.061.635 kişi

Doktor sayımız..........164.594

(Doktor başına düşen insan sayısı 498.2)

Diş Hekimi sayımız.....32.859

(Diş hekimi başına düş.insan sayısı 2.496)

Hemşire sayımız.........198 465

(Hemşire başına düşen insan sayısı 431.2)

* İMAM SAYIMIZ....275 000

Doktor açığımız..........105 000

* İMAM FAZLAMIZ.115 000

Her yıl mezun olan doktor sayımız 9 000

* Her yıl mezun olan imam sayı 60 000

Tablo bu.

Ben diyeceklerimi dedim.

Bundan sonrası için yorum size ait.


Biz Arap milletinden değiliz.

Siyasilerimizin Türklüğe bakışı…