Birileri, (o ya da bu amaçla) Cumhuriyet Tarihimizin büyük bir yolsuzluğunu ortaya çıkarıyor.
“Aha” diyorlar, “bunlar suçlular…”
“Aha da konumları ve de mekânları…
Aha kullandıkları yöntemler…
Aha da suç aletleri…
Aha tapeler, aha fotoğraflar…
Aha soygun paraları…
Aha da bu paraların cukkalandığı çelik kasalar ve ayakkabı kutuları…”
Ardından da ekliyorlar; “bilin ki, şu ana kadar açıkladıklarımız, bu işin (sadece) yüzde 10’u… Turpun büyüğü heybede; ölmez, sağ kalırsak/sağ bırakılırsak onları da yakında açıklayacağız…”
* * *
Şaşkınlıktan küçük dilinizi yutuyorsunuz pek tabii…
Kimmiş bunlar diye, bakıyorsunuz; karşınıza iktidar partisinin bakanları, oğulları, onlara yakın iş adamları çıkıyor.
Bekliyorsunuz ki, iktidarın başı çıksın; anında alsın bu adamları görevlerinden, kaldırsın dokunulmazlıklarını, teslim etsin bunları adalete. Özür dilesin halkından. “Bir yol kazası oldu, kursa bakmayın…” desin.
Ama öyle olmuyor.
Hükümet, çıkan pislikten değil, pisliğin ortaya çıkmasından rahatsız oluyor; büyük bir telaşa, büyük bir paniğe kapılıyor.
İktidarın başı, böyle durumlarda her zaman yaptığı gibi anında karşı saldırıya geçiyor; bunlar faiz ve vaiz lobilerinin işi… Bunlar dış güçlerin, bunlar Yahudi lobilerinin işi…” diye başlıyor laf salatasına.
* * *
Bu arada aklı başında üç beş kişi çıkıyor; “İyi de Sayın Başbakan; bu paraları, ayakkabı kutularına, bu kişilerin evlerindeki kasalara da mı, bu faiz ve de vaiz lobisi koydu. Say say bitmeyecek bu paralar için, para sayma makinelerini de mi, dış güçler ya da Yahudi Lobileri getirip, yatak odalarına yerleştirdi?” diyor.
İktidarın başı, bu sorulara da aynı yöntemle, “Çeteleeerrr!…” diye başlayarak yanıt veriyor!
* * *
İktidar, büyük bir panik ve hırs içersinde, bu zanlıları(!) görmezden gelip, cadı avına çıkıyor. Daha düne kadar, “destan yazdılar” diye taltif edip, ikramiyelerle ödüllendirdiği polis teşkilatının altını üstüne getirerek; tüm ülke çapında, teşkilatın üst düzey yöneticilerini, hak etmedikleri atamalara maruz bırakıp, itibarsızlaştırmaya çalışıyor.
Soruşturmayı yürütecek savcılar kuruluna, hükmetme ve yönlendirme yetkisini haiz, iki yeni savcı atayarak, kurulun doğru ve sağlıklı görev yapmasını engelliyor.
Asrın soygunu olarak nitelenen bu soygunda da tıpkı Deniz Feneri gibi bildik usul ve yöntemlerle(!) soruşturmaların önünü kesmeye çalışıyor.
* * *
Bu durumda kafası karışmaya zaten müsait(!) olan halkın kafası hepten karışıyor.
Ar damarı çatlatılmış, utanma kavramı aşırı yüklemeler(!) sonucu dumura uğratılarak yalaklaştırılan bu insanlar; gelecek avantalar aşkına, olanı biteni bilmezden, görmezden duymazdan gelip, susuyorlar.
Yeri geldiği zaman da; kendilerini her fırsatta ve her ortamda Allah’la aldatan, dünyanın en zengin Başbakanına, “Dik dur eğilme, millet seninle…” diye tezahürat yapıyorlar.
Yani?
Yani, “biz görüyoruz da görmezden geliyoruz; biliyoruz da bilmezden geliyoruz; duyuyoruz da duymazdan geliyoruz; sen bildiğini yap, bildiğini oku …” diyorlar.
* * *
Oysa böyle bir durumda, uygar ülkelerin seçmenleri, çok daha aklı başında, çok daha sorumlu, çok daha bilinçli davranıyor.
Oysa böyle bir durumda, uygar ülkelerin devlet adamları, olaylara çok daha onurlu yaklaşıyor. Ya harakiri yaparak intihar ediyor, ya da anında istifa ediyor.
Çok uzaklara gitmeye gerek yok; işte Letonya Devlet Başkanı Valdis Dombrooskis. Çöken bir marketin çatısı altında kalıp ölen 54 kişinin ölümünden kendini sorumlu tutup istifa etti.
İşte Japon Başbakanı Yukio Hatoyama. Uyguladığı ekonomik politikadan beklediği sonuçları alamayınca istifa etti.
İşte Tokyo Valisi Naaaoki İnose. Tokyo Olimpiyatlarıyla ilgili olarak kendisine yöneltilen, rüşvet dağıtma (dikkatinizi çekerim alma değil, verme) iddialarının ardından, anında istifa etti.
Niye?
Çünkü onlar, Allah deyince, din/kitap deyince aldanmayan, aldatılamayan insanlar.
Çünkü onlar, onurlu ve gururlu insanlar.
Çünkü onlar, arlı, namuslu insanlar.
Çünkü onlar kültürlü ve aldığı kültürü özümsemiş insanlar.
Çünkü onlar, toplum çıkarlarını, kendi kişisel çıkarlarının üzerinde tutan insanlar.
Çünkü onlar, kendilerine güvenen insanlar.
… …
Oysa bu lanet kurum, bizde böyle çalışmıyor.
Biz ve bizim gibi ülkelerin insanları; olaylara, “kişisel çıkar ve kişisel beklentiler” açısından yaklaşıyor.
O nedenle, ülke soyuluyormuş, talan ediliyormuş, peşkeş çekiliyormuş… umurlarında bile olmuyor.
Varsa yoksa kendi kişisel çıkarları, varsa yoksa kendi kişisel beklentileri…
Malum; partilerimiz, parti yöneticilerimiz böyle de seçmenlerimiz tümden böyle…
* * *
Ar damarımız tümden çatla(tıl)mış.
Utanma kavramını, hepten yitirmişiz.
Yalan arsızı, çıkar arsızı, yalak/salak karışımı bir şey olmuşuz.
* * *
Tarih ve politika biliminin kurucusu sayılan Floransalı Niccolo Machlavelli diyor ki; “ … Eğer bir millet, iktidarda bulunan kişilerin alçaklığını, hırsızlığını, yalnızca kendi siyasi görüşlerinden ve çıkarlardan dolayı görmezden geliyorsa, o millet erdemini yitirmiştir. Erdemini yitiren millet(ler), eninde sonunda vatanını da yitirir…”
Bütün bu yaşananlara ve yaşatılanlara rağmen hâlâ yüzsüz ve arsızca yalakalık gösterisinde bulunanları gördüğüm zaman; hep Machlavelli’nin bu sözünü anımsarım.
Machlavelli, bu sözleriyle sanki bizi anlatmış, bizi tarif etmiş.
Erdem merdem kalmadı bizde, AKP’yle birlikte her bir şeyimizi yitirdik biz.