İriyarıydı Mustafa. “Kütük Mıstık” derlerdi lakabına. Kütük desen de kütüktü. Hani “Ça yarması gibi...” derler ya, işte o biçim.
İzmir’den gelirken “Sen grup başkanı ol” dediler laf olsun diye. “En büyük asker bizim asker” diye uğurlanan askerler gibi, İzmir Terminalinde buluşan gençler de “Kütük Mıstık başkanımız; en büyük başkan bizim başkan” diye, hep bir ağızdan bağırdılar kendilerini uğurlayanların yanında. O da başkan oldu grubuna. Ancak grup arkadaşları tutup başkanlarını yukarı fırlatamadılar. Zira fırlatsalar da tutamayacaklarını biliyorlardı. Grubun, “En büyük başkan bizim başkan” diye ikinci tezahuratın sonunda, Kütük Mıstık ellerini havaya kaldırarak “Evet arkadaşlar, bundan sonra başkanınız benim. Birlikte hareket edeceğiz. Tamam mı?” diye kendisini grup başkanı ilan edince, grup da hep birlikte “Tamam” diye haykırdı.
İzmir’den altı kişilik bir grup olarak geliyorlardı. Askerliklerini köy okullarında öğretmenlik yaparak geçireceklerdi ve altısı da aynı ile verilmişti.
*
Yıl, bin dokuz yüz altmış ikiydi. Bu yıllar öğretmen kıtlığı vardı ki, lise ve dengi okul mezunu olup, askerlik zamanı gelmiş olanları yurdun çeşitli yerlerinde öğretmen olarak görevlendiriyorlardı. İzmir’den Çorum’a gelen altı kişilik grup da bunlardandı.
Aralarında hiç İzmir’den ayrılmamış olanlar olduğu gibi, yurdun çeşitli yerlerini gezmiş olanlar da vardı.
O yılların yollarında uzun bir yolculuğu şakalarla, hayallerle, muzipliklerle geçirdiler. Yoksa bu uzun yolculuk başka türlü çekilmezdi. Arada bir uyuyup uyananlar, belki de geride bıraktıkları yaşantılarından rüya görenler bile...
Öğleye yakın Çorum garajına ayak bastıklarında şehir merkezine yürüyerek gidebileceklerini öğrendiler Yol boyu gördükleri vatandaşlara bazı şeyler soruyorlar, onlardan, el işareti ile sorduklarının yanıtını alıyorlardı. Bazı tarifçilerden de “Çan saatin” merkez olduğunu, “Çan saatin dibine” varınca her aradığını bulabileceklerini öğrendiler. Nihayet saat kulesi yakınındaydılar. Grupça ilk düşündükleri konaklama oldu. Ve saat kulesi karşısında Konak Oteli’ni gördüler. Ellerinde bavul, çanta, çıkın ne varsa bırakacaklar, konaklama yerlerini üçer kişilik odaları ayırt ettireceklerini kararlaştırarak, önde başkanları Kütük Mıstık otele girdiler. Otelciyle pazarlık yaptı Kütük Mıstık. Ne de olsa başkanıydı grubunun ve çıkarlarını gözetmesi gerekiyordu. Odalarına ellerindeki yüklerini bırakıp, çıkarken lokanta sordular otelciye. Otelci dışarı çıktı, eliyle karşıdaki Kara Hacı’nın lokantasını gösterdi. Hep birlikte, yine başkanları önde olmak üzere, otelde yaptıkları gibi yine pazarlık yaparak karınlarını doyurdular.
Tarif edildiği üzere Milli Eğitim Müdürlüğüne giderken ikinci kez gördüler, daha önce “Çan saat” dedikleri saat kulesini.
İzmir’den ayrılmadan önce “Çorum Milli Eğitim Müdürlüğüne gideceksiniz; oradan köy okuluna verilmişseniz öğreneceksiniz” demişlerdi.
Saat kulesinin yanından geçerken içlerinden birisi merak edip saat kulesini kim tarafından, kaç yılında yapıldığını sordu Çorumlu’nun birisine;
“Çan saatini mi soruyon?” dedi Çorumlu. “Vallaha bilmiyom ki. Çocukluğumdan beri bu burada duruyo.”
Meraklı İzmirli’nin grup arkadaşları ilerlemişti. Onları kaybetmemek için ikinci bir Çorumlu’ya sormadan koşarak arkadaşlarına yetişti.
Sora sora buldular Milli Eğitim Müdürlüğünü. Grupça girdiler içeriye. Bir yetkili atama işlerine bakan birimi gösterdi. Herkesin yeri önceden belirlenmişti atama komisyonunca. Ellerinde birer kağıt kalem, görevlendirildikleri köyleri yazdılar. Unutmamaları gerekliydi köylerinin isimlerini.
“Herkes gitsin köyünü, okulunu görsün. Önceki öğretmenden okulunun devir-teslim işlerini yapsın. Göreve başlayıp gelsin” dedi yetkili.
Bir başkası bu köylere şehrin nerelerinden gidileceğini, gideceği köyün köylülerinin en çok nerelerde bulunabileceğini öğütler gibi tarif etti. Notlarını alarak çıktılar.
Sorumluluk başlamıştı. Dışarıya çıktıklarında muziplerin muziplikleri, şakalaşmalar devam etti. “Yapmayın arkadaşlar. Bir garip kuş olduk. Sora sora bulacakmışız köy okullarımızı” diye yakınanlar oldu. “Sora sora Bağdat bulunurmuş oğlum. Sen de sor bul bağdatını” diyenler oldu. Otellerine dönerken gördükleri vatandaşlara ellerinde yazılı kağıtları gösteriyor, buraya nereden-nasıl gidebileceklerini öğrenmeye çalışıyorlardı. Not tutup, tekrar tekrar soruyorlardı. O gün grup dağılmadan, başkan Kütük Mıstık’ın başkanlığında, ne kadar ‘düşünceli’ olsalar da, yine şamata ile geçti. Ertesi günün sabahında ayrıldı yollar. Birbirlerine ‘iyi şans’ dilekleriyle ayrılırlarken, başkan Kütük Mıstık’ın başkanlık görevi burada bitmiş, başkanlık sona ermişti...
*
Öztürk Ergen, orta boylu, kumrala yakın sarıya çalan tenli, atletik vücutlu, kibar bir delikanlıydı. Henüz yeni ‘terlemiş’ sarı bıyıkları yüzüne ayrı bir çekicilik kazandırarak, soyadı gibi ergenlik bir portre oluşturuyordu. Ege şivesini en güzel konuşanların bir örneğiydi. Erkek Sanat Enstitüsünü bitirmiş, İzmir Balçova’da küçük bir ticaretle başladı hayata. Askerlik yaşı gelince ‘tası-tarağı’ toplayıp, iki yıllık askerlik dönemini Eğitim Ordusunda görev yapmak için O da vardı başkan Kütük Mıstık’ın grubunda.
Tarif edildiği gibi Milli Eğitim Müdürlüğünden saat kulesine doğru giderken O da sordu bir Çorumlu’ya “Çöplük neresi?” diye.
“Neden sordun?” dedi Çorumlu.
“Ferhatlı Köyü’ne gideceğim. Oranın köylüleri Çöplük’te bulunurmuş diye söylediler.”
“Şu çan saatin tam karşısokağını görüyon mu?” diye kolunu uzatarak parmağı ile tarif etti “İşte onun biraz ilerisinin sağ tarafı.”
“Sağ ol arkadaş, teşekkür ederim” diye ayrıldı Öztürk. Ve tarif edilen yere giderken “Çöplük” sözcüğü zihnini kurcaladı. “Allah Allah ne çöplüğü bu acaba? Köylüler neden çöplüğe geliyorlar?”
SÜRECEK