(10 Yıl önce yazdığım bir yazı... 19/01/2004)

Bu dünyanın ne zevki sefası biter ne de cevri cefâsı.
Binlerce yıl önce Kâf dağının arkasında bir padişah varmış. Yemeye içmeye düşkün aynı zamanda genç ve yiğitmiş de. Tabii hal böyle olunca kadınlara da meyli çokmuş. Padişah bir gün kafayı bulmuş. Yakında da bir tekke varmış. Tekkede dervişler bir de onların efendisi varmış. Padişah, “ Çağrın şu derviş başını” demiş. Bunun üzerine dervişlerin efendisi padişahın huzuruna gelmiş. Padişah. “ Söyle bakalım bu dünyanın tadı nedir?” demiş. Dervişlerin efendisi onun haline bakmış ve ona göre söylemiş, “ Yemek, içmek, os....p sı...k.” demiş.
Padişah kadın lâfı edilmeyince çok bozulmuş. “Atın şunu zindana. Ne anlar bu dünyadan bu divane” demiş. Efendi kapıdan çıkarken, “ Ye, iç de dışarı çıkama” demiş. Bundan sonra padişahın iştahı artıkça artmış. Yiyor içiyor ama dışarı çıkamıyormuş. Bir hafta on gün olmuş padişah hala dışarı çıkamıyor. Karnı zurnayla şişirilmiş gibi. Sanki davul. Hakimler, hekimler çare yok. Veziri der ki; “ Padişahım, zindandaki hani, “Ne anlar şu dünyadan” dediğiniz zâtı muhteremin duası kabul olduysa?” der demez. Padişah, “ Vurdurun kellesini ya vezir” diye kükrer.
Vezir, “Efendim aman ha! O ölürse bu hâl ile siz de üç beş gün sonra ölürsünüz. Çağırıp duasını almaktan başka çare yok.” der. Bunun üzerine efendiyi zindandan çıkartırlar. O da dua eder ve padişah kurtulur. Kimine göre dünya zevki içki, kadın. Kimilerine göre ise seherde Allah’ı zikredip, şükretmek rabbine yakın olmaktır.
Geçenlerde bir yazıda okudum. hayatta en çok sevindiğiniz ve en çok üzüldüğünüz iki olayı ve iki en çok hoşunuza giden olayı anlatınız diyordu.
Benim önce çok üzüldüğüm hala etkisinde olduğum 7 Şubat 1952’de dayımın ölümü. Benim her şeyim olan adam. Allah rahmet eylesin. Mekanı cennet olsun. Sadece beni mi? Hısım akrabayı, konu komşuyu herkesi yasa boğup gitmişti. Çünkü onların hepsinin karnında ekmeği ve başında yaptığı bir iyiliği vardı.
En çok sevindiğim şey 1953 yılında alınan kullanılmış ama bakımlı bisikletti. Sonraları ise sıfır olan en güzel arabaları almayı rabbim nasip etti çok şükür. Ama o bisikletin heyecanını hiç duyamadım. (Çocuklarınıza bir şeyi hemen almayın. O isteme ve kavuşma heyecanını yaşasın! Sakın ha ölçüyü kaçırmayın!)
Şimdi size komik gelecek ama ben iki şeyden çok zevk alırım. Birincisi: Karnım iyice acıktığında fırından eve götürmek üzere aldığım sıcak ekmeğin ucundan birilerinin görmesini istemeyerek bölüp bölüp yemek. Ondaki tat ne balda ne de börekte vardır.
İkincisi: Soğuk bir kış gününde iyice üşüdüğümde aniden karar verip hamama gitmek. İnsanlar bedenen iş görüp terlemiyorlar. O yüzden artık vücudun avusunu (zehir) atmanın tek çaresi HAMAM.
Daha soyunurken keyfine doyum olmaz. İçeri girip de sıcak göbek taşına yatınca bir uyku basar beni. Şöyle yarım saat kadar uyu, cennette zannedersin kendini. Bir de tanıdık bir yıkayıcı olursa. Severim ben onlarla ve her kesimden insanlarla sohbet etmeyi. Güzel bir kese, eskiden bakır kalaylı bir leğende bol köpüklü sabunla, (şimdi bu leğenlerin yerini naylonlar aldıysa da) köpüklerin içinde kaybolmak ve iyice liflenmek. Kese bitince bir su dökünüp, hamam aralığında havlu örtünmek ve soluklanıp öyle yıkanmak. Abdestlenip çıktığında da helle hamur olmuş, yorulmuşken taze, mis kokulu bir iki bardak çay içmişsen ve yıkayıcı gibi havlucu da adamınsa, her gelişinde iyi de bahşiş verirsen, sık ta hamama gidiyorsan seni bir örter ki havlularla; havlunun altında mayası gelmiş hamura dönersin. Bir yarım saat te orada kestirip, yanında da tanıdık biri varsa, o da arabayı ısıtmışsa doğru eve. Ev kaloriferli, çörek fırından çıkmış, çay keklik kanı gibi. Yanında turşu, küp çökeleği, kış kıyması ve yufka ekmek dür, dür ye. Ama ölçüyü kaçırma hââ! Yazının başındaki padişaha dönersin sonra. Hani bir deyim vardır. Küpü yuduk güneşe koyduk. Her şey berkemal.
Allah gönlünüzce istediğiniz meşru her şeyi versin inşallah. Kalın sağlıcakla. (Yeni moda bir söz; “ Kendine iyi bak!”)
Saygı ve sevgilerimle.