Bilmezlikten değil,

Fukaralıktan

Pasaporta ısınmamış içimiz

Budur katlimize sebep suçumuz

Gayrı eşkıya’ ya çıkar adımız

Kaçakçıya,

Soyguncuya,

Hayına…

 

Ahmet Arif

 

       Bir yıl önce Uludere- Roboski’ de çocuk ve genç otuz dört vatandaşımız savaş uçaklarıyla katledildi. Geçen sürede yetkililer kamuoyunu tatmin edecek bir açıklama ve gerekçe ortaya koyamadıkları gibi özür dileme büyüklüğünü de gösteremediler.

       

       Peki, neler oldu?

       Hava Kuvvetleri Komutanı’ na üstün hizmet madalyası verildi…

       Yandaş yayın organlarınca ve ulusalcılar aracılığıyla sosyal medyada “ Onlar kaçakçı değil, örgüt mensubuydu” algısı yaratılmaya çalışıldı…

       Acılar tazeyken, kürtaj tartışmalarına meze edildi…

       Irkçılar ve şovenler ekranlarda feryat eden acılı insanlara bıyık altından pis pis güldüler…

       Devlet yetkilileri taziyeye bile gidemediler…

       Başbakanımız “ Roboski” denmesine her zamanki üslubuyla tepki gösterdi…

       Katliamı protesto edenler örgüt üyesi ilan edildi…

       Oysa onlar bu ülkenin topraklarında doğmuş, yaşamış, ülkenin her ferdi gibi vatandaşlık yükümlülüklerini yerine getiren, aynı haklara sahip eşit yurttaşlardı.

       Onları, “ Kız alıp verdik, kurtuluş savaşında, Çanakkale’de Emperyalist devletlere karşı atalarımız omuz omuza savaştılar” gibi hamasi söylemlerle, akrabalık ve müttefiklik bağlamında kabullenmek ve içselleştirmek dışlamaktan başka işe yaramaz.

       Onlar batıdaki, kuzeydeki ve güneydeki insanlar kadar bu ülkenin öz vatandaşlarıdır. Hiç kimsenin ( sanki lütufmuş gibi) onların bu ülkenin vatandaşı olduklarını ispatlamak için bir takım mesnetler aramasına gerek yoktur.

       İnsanların tercihlerine bakarak sınıflandırmak, benimsemek ya da dışlamak kimsenin hakkı değildir.

 

       Ülkemiz, dünyanın gözünde uzak ve yakın geçmişte meydana gelen katliamlar, faili meçhuller ve işkencelerle hatırlanan, anılan sabıkalı bir ülke durumundadır ne yazık ki…

En kötüsü de katliamların, faili meçhullerin, işkencelerin hükümetlerce üstünün örtülmesi yönünde başvurduğu traji- komik yöntemlerdir. Son dönemde bu üstünü örtmeler artık herkesin gözü önünde cereyan etmektedir.

       K.Maraş, Çorum, Sivas katliamlarının gerçek sorumluları ve failleri ortaya çıkarılmak yerine devlet eliyle üstü örtülmüştür. Onlarca, yüzlerce faili meçhul insanın cesetleri toplu mezarlarda çürümektedir. Katliamların baş sorumluları göstermelik cezalar verilerek ama kahraman ilan edilerek beş yıldızlı otel konforuna sahip cezaevlerinde tatil yapmaktadırlar.   Ne acıdır ki Hrant Dink’ in katiliyle hatıra fotoğrafı çektiren güvenlik görevlileri vardır bu ülkede.

       Trabzon’da Rahip Santoro’yu katleden çocuğa mahkeme çıkışında “ Oğlum, tekbir getir” diye seslenen anneler vardır…

       Hrant Dink’in katledilmesini protesto eden duyarlı insanları, “ Hepiniz o…pu çocuğusunuz” diye yaftalayan gözü dönmüş şovenler var…

       Özel çıkarılan af yasalarıyla cezaevlerinden salınan katiller var…

       Ve Madımak’ ta onlarca canı yakanların salındığı gün “ Hayırlı olsun” diyen bir başbakan…

 

       Bir ülkenin medyasını susturabilirsiniz, o ülkede yaşayan insanların olaylardan haberdar olmasını engelleyebilirsiniz ama dünya medyasını susturmaya gücünüz yetmez ve dünya devletleri sabıkanızı tarihe hiç silinmeyecek bir şekilde not düşerler. Ne o ülkelerde yaşayan vatandaşlarınızın ne de ülkenizin itibarı kalır…

       Dünyanın gözündeki “ Barbar Türkler” imajını silmek şöyle dursun, üstü örtülmeye çalışılan yeni katliamlar ve faili meçhuller birikiyor tarihimizde…

       Millet olarak özeleştiri yapmak neden zorumuza gidiyor?

       Neden faillerinin ortaya çıkarılıp cezalandırılmadığı katliamları yenilerinin takip edeceği gerçeğini görmüyoruz?

       Neden gerçekleşmiş bir olayın üstünü örterek onun gerçekleşmediğine inanmak istiyoruz?

       Neden kendimizi inkar ve iftira politikalarına sığınmak zorunda hissediyoruz? 

       Ve neden ırkçı ve mezhepçi katliamların üstünü örterek ülkemizi, insanlarımızı dünya ülkeleri gözünde itibarsızlaştırıyoruz?

       Yazık değil mi bu ülkeye?

       Bu işler bu kadar zor mu?

      

       Otuz dört insanımızın bombalanması sonrası Sayın başbakanımız, ( o güçlü hitabet yeteneğiyle, dinleyen bakanlarını, milletvekillerini, ekranda izleyen insanları gözyaşlarına boğan sayın başbakanımız) içtenlikle bunun bir hata sonucu meydana geldiğini, çok üzgün olduğunu söyleseydi, özür dileseydi, bir çocuğun, Filistin’ li, Somali’ li, Arakan’ lı yoksul ve çaresiz insanların trajik hikayelerine gözyaşı döken bakanlarını da yanına alıp Uludere’ ye gitseydi kişiliğinden, makamından bir şey mi yitirirdi yoksa hem kendisi hem de ülkemiz çok şey mi kazanırdı? Adım gibi eminim, o ciğerleri yanan anaların, babaların ve kardeşlerin sevgisini ve affını kazanırdı ki, o insanlar kaza yapan askeri araçtaki askerleri kurtarmak için çabalayan yüce gönüllü insanlardı…

 

       Artık şunun farkına varılmalıdır;  bu ülke yaşadığı sorunlarla açık bir yaraya dönüşmüştür ve bu yara, hukuksuzluklar, etnik ve mezhepsel düşmanlıklar, demokratik haklarını kullanan insanlara reva görülen şiddet nedeniyle hızla irin biriktiriyor ve sancılar büyüyor.

İnsanları, açlık, işsizlik, yoksulluk ve sahip olduklarını yitirme kaygısıyla, haklı olduğu zamanlarda bile susturan korkular birikiyor…

       Her şey daha da kötü olmasın diye susuyor insanlar…

       Susmak teslim olmaktır oysa… Cesaret vermektir, ‘yine yapabilirsin,  ben hak ediyorum yaptıklarını, hatta daha fazlasını da’ demektir… Susmak, kaçınılmaz sonu geciktirmektir sadece.

       Acılar, utançlar, çaresizliklerdir biriken…

       Biriken; kendini güçsüz hissettiğin anlarda, haklıyken, hak etmemişken sana reva görülenleri, o anki duruma uygun düştüğü için sadece, tepkisiz kalmanın utancıdır…

       Siyaha beyaz diyen linç sürüsünün içinde, ‘o beyaz değil, siyah’ diye haykıramamanın dayanılmaz baskısıdır biriken…

       Geleneksel akıl dışılığın farkında olamayan ve birilerinin ustaca gizlenmiş çıkarlarını göremeyen, düşünce özürlü, körler ve sağırlar sürüsünün bir elemanıymış gibi algılanma onursuzluğuna suskun kalmanın ağır çaresizliğidir biriken…

       Biriken; cinnetin acımasız ellerine tutuşturulmuş, dosta, düşmana patlamaya hazır, namlusuna mermi sürülmüş bir silahtır…

       Cehaletin eteğine tutunup zirveye tırmanmış bir diktatörün, hiç beklemediği bir anda, diz çöktürdüğünü sanırken suskunluğa bürünmüş halkı, hem kral, hem de Peygamber ilan etmeye hazırlanırken kendini altın yaldızlı tahtta, çevresini sarmış bir avuç soytarı ve yaltakçıyla,  yalancı pehlivan edasıyla kürsüye yürürken, alnının tam ortasına patlayacaktır biriken…     

       Ve boşalan irinle acıları dinmiş olarak ayağa kalkacaktır yeniden, kefeni biçilen hasta…