Arkadaşları bir gün Sokrates’e nasıl filozof olduğunu sormuşlar. Sokrates ;

“Siz de evlenin, karınız iyi çıkarsa mesut, kötü çıkarsa filozof olursunuz!” demiş.

*

Bir toplantıda bir genç Mehmet Akif’i küçük düşürmek için: “Af edersiniz, siz baytar mısınız? diye sormuş. Mehmet Akif hiç istifini bozmadan şu cevabı vermiş: “Evet delikanlı, bir yeriniz mi ağrıyordu?”

*

Öğrencilerinden biri, Konfüçyüs’e:

-“Ölüm nedir?” diye sorduğunda, Konfüçyüs’ün cevabı şu olmuş:

-“Hayat hakkında ne biliyorsun ki, sana ölümden bahsedeyim.”

*

Amerikalı iş adamı, Çinli’ye alay ederek sormuş; “Mezarlarınıza koyduğunuz pirinçleri, ölüleriniz ne zaman yiyecek?” Çinli, başını kaldırmadan cevap vermiş; “Sizin ölüleriniz, koyduğunuz çiçekleri kokladığı zaman.”

*

İsmail Dümbüllü sahnedeyken bir seyirci kendisini protesto etmek için sahneye “hıyar” fırlatıyor. Dümbüllü yere düşen hıyarı alıp kalabalığa dönüyor ve şöyle diyor: “Beyefendi kartvizitini yollamış.”

*

Fatih Sultan Mehmet’e sorarlar: “İstanbul’u niçin fethettiniz?”

Fatih cevap verir: “Önce o benim gönlümü fethettiği için!”

*

Çok şişman olan Yahya Kemal, bir yokuşun sonundaki lokantanın önünde dinlenirken, içeriden çıkan garson: “Buyurun beyim” diye atılmış. “Ne alırsınız?” Yahya Kemal, “Evlat” demiş. “Müsaade edersen biraz nefes alacağım.”

*

İngiltere Kralı George ile görüştüğü sırada, Gandi’nin üzerinde her zamanki gibi beyaz örtüsü vardır. Davetten çıkınca bir gazeteci sorar; “Kıyafetiniz, bir kralla buluşmak için yeterli miydi?” Gandi, hiç aldırmadan cevap verir;

“Kral, ikimize de yetecek kadar giyimliydi.”

*

Biraz da şiir, hikmet ve felsefe âlemine yolculuk yapalım.

Karacaoğlan kendisinden önceki âlemi merak ederek şöyle sesleniyor.

Karacaoğlan der ki, bakın olana / Ömrümün yarısı gitti talana,

Sual eylen bizden evvel gelene, / Kim var idi, biz burada yoğ iken?

Yüce Mevlana da âlemin sırlarını merak edenlerle şöyle sohbet ediyor:

Dün gece üstadıma sordum kaç kez, / Bana bu dünyanın sırrını söyle tez,

Cevap verdi üstadım gülerek, / Bu sır bilinir, ancak söylenemez…

Mevlana’nın çağdaşı Yunus Emre âleme bir başka yorum getiriyor.

Sular hep aktı geçti, / Kurudu vakti geçti,

Nice Han, nice Sultan / Tahtı bıraktı geçti,

Hayat bir pencereydi, / Her gelen baktı geçti..

13. yüzyılda yaşayan halk ozanı Aşki de, âlemde sorumsuzca yaşayan ve âlemi

hor kullanan ademoğluna şöyle seslenerek haddini bildiriyor:

Veren de O, alan da O, senden ne gidecek?

Telâşını görenler can senin zannedecek,

Ademoğlu âleme üryan gelir, üryan gider,

Nâle-vü efgânla giryan gelir, giryan gider..

20. yüzyılda yaşamış Harâbi de (Edip Ahmet) meşhur Vahdetnâme’sinde âlemde yaradanla beraber var olduklarını mizahi bir dille iddia ederek şöyle sesleniyor:

Daha Allah ile cihan yok iken / Biz anı var edip ilan eyledik,

Hakk’a hiçbir lâyık mekân yok iken, / Hanemize aldık mihman eyledik.

Bu sözleri sanma her insan anlar, / Kuş dilidir bunu Süleyman anlar,

Bu sırr-ı müphemi arifan anlar / Çünkü cahillerden pinhan eyledik…

Meşhur şairlemizden Ümit Yaşar Oğuzcan da mezar taşında yaradana soruyor:

Bin bir güneşin doğduğu bir bahçedeyiz, / Bir bir o büyük gizleri öğrenmedeyiz,

Hâlâ soruyor gözlerimiz Allah’a, / Neydik biz o âlemde? Bu âlemde neyiz?

Ben de bir zamanlar şu dörtlüğümle Allah’a şöyle seslenmiştim.

Bizleri yarattın anladık seni,

Yerlerde göklerde aradık seni,

“Allah’ın evi gönüldür”dediler,

Gönüller yaparak yaşadık seni…(Mehmet Özata)