Dokuz yüz elli üçü

elli dörde bağlayan geceydi.

Yani yılbaşıydı.

On binlerce kişinin

milyonerlik hayali kurduğu;

ama yalnız bir kişinin

milyoner olduğu geceydi.

O gece

bütün insanların

yeni umutlarla

yeni bir yıla

girdiği geceydi ama

ne yazık ki yeni yıl

size mutlu gelmemişti.

O gece

ayrılık gecesi,

hüzün gecesi,

mutsuzluk gecesi olmuştu sizlere.

O güzelim kartlarda yazılı

kutlama ve mutlama dilekleri

gerçekleşmemiş;

‘yeni yıl’

size kutlu gelmemişti.

Yılbaşı gecesinin

kör karanlığında;

bir karıştan fazla olan

kar soğuğunda,

ananla birlikte

uğurlamıştınız babanı

o bilinmez gurbete.

Tam iki buçuk yıl

katlanacaktınız

onsuzluğa,

ayrılığa,

hasrete.

Dokuz yüz elli üçü

elli dörde

bağlayan geceydi.

Yani yılbaşıydı.

Baban, iki katlı evinizin

ikinci katını

çayevi olarak işletirdi.

Okul dönüşü, akşamları

yardımcı olurdun sen de.

Çeşmeden çayevine su taşır;

bakkaldan çay, şeker, sigara alır

ve çay dağıtırdın müşterilere.

Çayın bardağı altı;

kırk yıl hatırlı

bir fincan kahveyse

on beş kuruştu.

Köyde;

Köy Enstitülü

üç beş öğretmende,

varlıklı bir iki kişide,

bir de sizde radyo vardı.

Radyoyu, dokuz yüz elli ikide

üç maaş tutarına.

yani, iki yüz elli liraya.

öğretmen ağabeyin almıştı

çayevi için,

Radyo sahibi olmak,

bir ayrıcalıktı o zamanlar.

Ve de parmakla gösterilirdi

radyosu olanlar.

O gece;

Yani yılbaşı gecesi.

Tıklım tıklımdı çayevi.

Çayevinde radyo;

radyoda şarkılı-türkülü

şenlik vardı.

Bugün birer efsane olan

Neriman Altındağ,

Perihan Sözeri kardeşler.

Muzaffer Akgün,

Saniye Can,

Müzeyyen Senar ve

Safiye Aylalar.

Yorumladıkları şarkı ve türkülerle,

gönüllere ılık ılık akardılar.

Dinleyenleriyse

yürekten yakardılar.

Hele de Muzaffer Sarısözen’in

“Yurttan Sesler” korosu...

Ali Canlar,

Geceyatmazlar,

Nurettin Çamlıdağlar.

Ve daha niceleri.

Bir şenliğe dönüştürürdü

böylesi geceleri.

Anadolu halkının

ezgilerini sunarlardı

en özgününden.

Radyo denen

bu harika müzik kutusundan.

Yüreklerin

bam tellerine dokunarak…

Onlar ki:

Bir başka dünyanın insanları gibi

ulaşılmaz ve

erişilmezdiler sanki.

Sesleriyle ne değin yakınsalar;

varlıklarıyla da

o değin uzaktılar.

Say ki uzayda;

sizlerden yüzlerce kilometre uzakta,

sırça saraylarında yaşardılar.

Gündüz hayalde,

gece düşlerde vardılar.

Yüzleri görülmeden

hayran olunur,

sevgi duyulurdu

bu sanatçılara,

bu yorumculara.

O gece.

Yani yılbaşı gecesi.

Tıklım tıklımdı çayevi.

Çayevinde radyo,

radyoda geceyarısı

başlayacak olan,

Milli Piyango bileti

çekilişi vardı.

Biletler elde,

kulaklar radyodaydı.

Soluklar tutulmuş,

heyecan doruktaydı.

Saat 24’ü geçe

merakları kışkırtan

bir sunucu okumuştu

kazanan numaraları

ballandırarak…

Ancak;

Vurmamıştı kimseye,

beklenen ikramiye.

Boşa çıkmıştı umutlar.

Boşa gitmişti

iki buçuk liralar.

Damlaya damlaya göl olmuş,

birilerinin

havuzuna dolmuştu

biriken paralar.

“Umut fakirin ekmeğidir” ya;

sarkmıştı umutlar gelecek yıla.

Canı sağ olana.

O gece Çıkrık Köyünde,

sizin çayevinde,

İşte böyle girilmişti

yeni bir yıla.