Bu ülkede fikir yazısı yazanların bazen kendilerini mercek altına almaları gerektiğini düşünmüşümdür. Gerçi ben profesyonel bir köşe yazarı değilim. Ama, bu köşede ve başka yerlerde yazdığım çeşitli yazılarıma baktığımda genelde eleştiri ağırlıklı yazılar yazdığımı görmekteyim.

 

Bunu profesyonel gazeteciler “Gazeteci muhalif insandır. O yüzden de çoğunlukla toplumdaki çarpıklıkları yazar” diyorlar. Doğrudur. Ancak, bu ülkede övgüye layık olaylar yok mu? Bunları da dile getirmek, doğru yapanları ödüllendirmek, onurlandırmak gerekmez mi?

 

Sayın Başbakanımızın son Afrika gezisi gerçekten övgüye değer. Ekonomimizin, iş adamlarımızın oralarda yatırım yapmak istemesi, buna gönüllü olmaları takdire şayan bir durum. Bunu kim başarmışsa takdir etmemiz lazım diye düşünüyorum. Çünkü kazanan ülkemiz oluyor. Burada fazla kibirlenmemek gerekiyor. Bunda gelmiş geçmiş hükümetlerin ve Başbakanların payı olduğunu unutmamak gerekir. Rahmetli Özal, parti kongresinde parmağından vurulduğu anda “Kimse bizim hayalimize dahi ulaşamaz. Allah’ın izniyle bu yıl ihracatı on milyar dolara çıkaracağız.” Dediği günlerde Sayın Demirel haklı olarak “Bunları bizim kurduğumuz fabrikalar, tesisler sayesinde gerçekleştiriyorsunuz” demişti. Zikredilen rakamın bugün Türkiye’nin bir aylık ihracatı olduğunu bilmemiz lazım.

 

Kesinlikle geçmişi yok sayarak bir yere gitmek mümkün değil. Bunda emeği geçen herkesi takdirle ve hayırla yad etmek gerekir. Geçmişte, bugün bir futbolcuya verilen transfer ücreti kadar bir dövizi alabilmek için günlerce IMF ve Dünya Bankası kapılarında bekleyip, alamadığımız günleri hatırlamak lazım.

 

Oysa bugün gazetelerde, zaman zaman hepimizin bir simit, bir poğaça yediğimiz, bir çay içtiğimiz firmaya yabancıların bir milyar dolar değer biçtiği ve bunun yarı hissesine 400-500 milyon dolarla ortak olmak istedikleri haberlerini okuyoruz. Bu küçük de olsa olayın, uluslar arası kuruluşların, kredi derecelendirme kuruluşlarının ekonomimize güvenlerinin neticesinde olduğunu vurgulamak gerekiyor.

 

Yalnız, Sayın Başbakanımızın son Afrika gezisinde Gabon, Nijer ve Senegal gezilerinden birisinde, şu an hangisi olduğunu tam olarak hatırlayamadığım bir Devlet Başkanı “Sayın Erdoğan ülkesini ekonomik yönden ileri götürdü. Ülkesinde demokrasiyi pekiştirdi” türünden bir konuşma yapıyordu ki, ekonomik yönden yaptığı övgüye sevindim. Ancak, demokrasi bakımından söylediklerine doğrusu biraz gülümsedim. Keşke öyle olsaydı dedim.

 

Türkiye, ne yazık ki, tutuklu gazeteci sayısı bakımından önde gelen ülkelerden birisi. Uzun süren ve bir türlü sonuçlanamayan davalar bakımından, pek de demokratik ve hukuki olmayan bir süreçten geçiyor.

 

Tüm bunlar olurken bir başka olay sizi ister istemez karamsarlığa sürüklüyor. Şu ölen madencilerin ailelerinin feryatları. Dünyada bizden kat be kat kömür üreten ülkelerdekinden fazla ölümlerin yaşandığı, madencilik ölümlerinde ilk sırada olduğumuz haberi insanın içini karartıyor. Gelişmiş veya çoğu gelişmekte olan ülkelerde tarih olmuş Grizu faciaları ekonomisi, demokrasisi övülen ülkemize yakışıyor mu?

 

Yine de bunca olay arasında bir Celal Kılıçdaroğlu haberi içimizi ısıtıyor. Demek ki ülkemizde dürüst ve erdemli insanlar da var. Bununla ilgili çok haber okudum. Ancak, Hürriyet’ten Ahmet Hakan’ın yazısını çok beğendim. Özellikle Celal Kılıçdaroğlu’nun yerle bir ettiği şu 7 şeyi tekrar vermek istedim: Ne yaptı Celal Bey;


- BİR: “CHP çok elitist, acayip seçkinci bir partidir” diye başlayan teoriyi yer ile yeksan etti.
- İKİ: “Bunların alayı beyaz Türk’tür” şeklindeki hükmü, bekçilik yaptığı inşaatın hafriyatına gömdü.
- ÜÇ: İnşaat bekçiliğini, TOKİ müteahhitliğinden bile daha etkili bir iş haline getirdi.
- DÖRT: Tenezzül etmeden yaşayarak, tenezzül ederek yaşamanın tüm fiyakasını bozdu.
- BEŞ: “Lider yakını” olmanın ille de zenginleşmeye yol açmayabileceğini gösterdi.
- ALTI: “Biz zenci Türklerdeniz” şeklindeki AK Parti efsanesini, bekçilik yaptığı inşaatın  kalıntıları arasına postaladı.

- YEDİ: Uzun süredir horlanan alın terinin, ne şahane bir şey olduğunu hepimize fark ettirdi.

Umarım bu asil davranışı istismar ederek siyasi rant sağlama yoluna gidilmez. Zira, herkesin kör ve şaşı olduğu bir ortamda sağlam gören insan anormal olur.