Adı bende saklı emekli bir öğretmenimiz, “Öğretmenim, bu yazımı okur musun…” adlı yazımla ilgili olarak, görüş ve düşüncelerini iletmiş.
Elmeğime (elektronik posta adresi) on gün önce gelen, ancak gözümden kaçan bu yazıyı, (özetleyerek) sizlerle paylaşmak istiyorum.
Sevgili Öğretmenim şöyle diyor yazısında…
“…Deveye sormuşlar, ‘neden boynun eğri?’ diye; o da demiş ki, ‘nerem doğru ki’…
Bizim ulusal eğitim politikamız da o hesaptır, Sayın Haboğlu…
İçinden gelerek, hakkını vererek yapanlar ve yapmak isteyenler için, öğretmenlik mesleği, meslek ötesi bir meslektir.
Bu meslek; özveri isteyen, sevgi isteyen, hoşgörü isteyen, metanet isteyen, sabır isteyen, inanç isteyen, yürek isteyen bir meslektir.
Bizler, ülkenin geleceğini şekillendiren, geleceğine yön veren mesleğin mensuplarıyız. Bizler, insan ustaları, insan mimarlarıyız.
İnsan ustaları, insan mimarlarıyız da… ‘da’ işte…
İşte buradaki, bu ‘da’ tamlaması var ya… Bu tamlama, her şeyin özeti işte…
(…)
Benim annemle babam da öğretmendi Sayın Haboğlu. İçinde bulunduğumuz koşullarımız, beni de bu mesleğe sürükledi. 28 yılımı verdim bu mesleğe. Severek çalıştım. İçimden gelerek çalıştım. Hiç pişmanlık duymadan; keyfini, hazzını, mutluluğunu çıkara çıkara; gururunu, onurunu yaşaya yaşaya çalıştım.
Diyebilirsiniz ki, ‘ ne keyif, ne keyif!!!!...’
Haklısınız, kolay anlaşılır bir durum değildir, bu durum…
Eli henüz kalem bile tutamayan, annesinden ayrılamayan, gözü oyunda aklı evinde süt kuzularına, şekil şemal vermektir bizim işimiz.
İsteriz ki ya da en azından ben isterim ki; Atatürk ilkeleri doğrultusunda, vatanına ve milletine bağlı, insana ve doğaya saygılı, yaşadığı ortamı koruyan kollayan, özgür ve bilimsel düşünen, paylaşımcı, katılımcı, hoşgörülü, sosyal yönü güçlü, üretken, yaratıcı… çocuklar yetiştireyim.
Yapabilir miyiz?
Yapamayız…
Daha doğrusu yaptırmazlar.
Niye?
Niyesi şu…
… …
Önce okul müdürlerinden örnek vereyim.
Okul müdürleri, devrin ve düzenin adamlarıdır. Kendi kafalarına göre demokrasi ve yönetim anlayışları vardır. Vizyonları, hayat görüşleri ve sendikal bağlarıyla sınırlıdırlar.
Onlar için önemli olan; herkes sınıfa girsin/çıksın, kavga gürültü olmasın; şikâyet olmasın, çevreye ve basına başını ağrıtacak bilgi sızmasın; yılsonundaki okul başarısı da çok alt sıralarda olmasın… yeterdir.
Günümüzün hiçbir okul müdürü, yenilik istemez, değişiklik istemez, risk almaz/alamaz. Öğretmenlerinin farklı görüş ve düşüncelerine tahammül göstermez, onların farklı görüş ve önerilerini dikkate almaz. Kısacası, hiçbir konuda aykırılık(!) istemez.
Günün büyük bölümünü odasına kapanarak, koltuğuna yapışarak geçirir. Milli eğitim müdürünün gazabından ödü kopar. Tek bildikleri, öğretmenleri ve öğrencileri, tehditlerle yönlendirmek ve yönetmektir.
… …
Öğretmenlerimizi anlatayım.
Son yıllarda her kaynaktan öğretmen alınır oldu. Öğretmen yetiştiren okullarımız, kalitesizleşti. Pedagojik formasyon vermeden mezun verir oldu.
Öğretmenlerimizin sözleşmelisi var, kadrolusu var. Branş derslerine giren arkadaşlarımız, zorunlu olarak doldurmaları gereken saatleri için, okuldan okula nefes nefese gezer oldular. Okullarına ve sınıflarına hakim olmaları güçleşti. İş, ‘saatini doldur, ücretini kap’a döndü.
Çoğu genç ve toy olan öğretmenlerimiz, sınıflarına hâkim olamıyor. Bu durum da disiplinsizliği; bu disiplinsizlik, ‘neme lazımcılığı’; bu neme lazımcılık, ‘bana dokunmayan yılan bin yaşasın’cılığı beraberinde getiriyor.
… …
Müfettişlerimizden söz edeyim biraz da…
Nedir müfettişlerimizin görevi?
Denetim ve rehberlik değil mi?
!!??...
Değil. Müfettişlerimizin görevleri, cart curt etmek.
Önceki yıllarda, yılda bir kez gelirlerdi; şimdilerde, iki hatta üç kez geliyorlar. Ama mantık bu mantık olunca; 50 kez gelseler, ne olur ki!?... Büyük çoğunluğu, ideallerini yitirmiş, çağın dışında kalmış gün dolduran kişilerden oluşuyor. Hiçbir konuda ortak bir uygulayım, ortak bir yaptırım yok, her biri ayrı bir telden çalıyor. Birinin ak dediğine, diğeri mutlak kara diyor.
… …
Velilerimizi anlatayım.
Ülkemizin pek çok yerinde görev yaptım. Ama buradaki veli anlayışını, hiçbir yerde görmedim. Velilerin, çocuklarının eğitimleriyle uzaktan yakından ilgileri yok. Çünkü en başta onlar eğitimsiz.
Bizim bir aylık maaşımızı, çocuklarının cebine harçlık diye koyan veliler var. Bu tür sorumsuz veliden ne hayır gelir ki… (…)
… …
Okul aile birliklerimize gelince…
Günümüzün okul aile birlikleri de başka bir âlem. Sene sonunda şepit günleri yapmayı, bir iki köy okuluna giysi ve kırtasiye yardımı yapmayı, etkinlik sanıyorlar.
Öğretmenlerle, çocuklarının sorunlarını tartışan, öneri getiren, düşünce üreten veli yok denecek kadar az… Onlar için, çocukları sınıf geçsin yeter.
(…)
Kısacası Sayın Haboğlu, doğru olan hiçbir yerimiz yok.
Bu kadar ekmeğe bu kadar köfte…
Her şey bir bozuldu, pir bozuldu. Giderek daha da bozuluyor.
Bir devletin vermesi gereken en önemli hizmetlerden biri olan eğitim/öğretim hizmeti; ‘satıcı-müşteri’ ilişkisine döndü. Dolayısıyla bu işin, ne insani boyutu kaldı, ne ulusal boyutu…
(…)
Bir başka konu da şu Sayın Haboğlu.
Yazılarınızı sürekli izliyorum. Yazılarınızda, ‘eğitimin önemine’ sıkça vurgu yapıyorsunuz. ‘Çocuklarımıza, sadece, iki kere ikinin dört ettiğini değil; onlara düşünmeyi, dinlemeyi, anlamayı, sevmeyi, paylaşmayı, araştırmayı, hayal etmeyi, üretmeyi… de öğretin…’ diyorsunuz.
Size katılıyorum, size hak veriyor, sizi takdirle karşılıyorum.
Haklısınız, eğitim ağırlıklı öğretim yapmıyoruz/yapamıyoruz.
Çünkü bize bunu da yaptırmıyorlar.
Çünkü düzen, eğitilmiş/disipline edilmiş çocuklar değil; sınavlarda soru çözen çocuklar/gençler istiyor.
Yani bize, öğrencilerimize, ‘ne tür davranışsal özellikler kazandırdığımız’ (hiçbir zaman) sorulmuyor.
Ya ne soruluyor?
‘Kaç soru çözdüğü, kaç puan aldığı…’ soruluyor.
Hal böyle olunca da çocuk, okul-dershane-özel öğretmen arasında, pinpon topuna dönüyor. (…)
Yazacak çok şey var Sayın Haboğlu, ancak sizi sıkmak, bunaltmak istemiyorum
Yazmayı sürdürsem, yazdıklarımı sonuna kadar ne siz okursunuz, ne de bu yazdıklarımı köşenize taşırsınız. (…)
Son olarak şunu söylemek istiyorum.
Lütfen bir sabah herhangi bir okula gidip, gözlemleyin. Siz kendiniz, kendi gözünüzle görün. Eğer o okulun öğrencileri sabah ziliyle, düzgün sıralar halinde sınıflarına giriyor; öğle/akşam ziliyle de aynı disiplin içersinde evlerine dönüyorlar ise; o okulda eğitim de vardır, öğretim de. O okul; müdürüyle, öğretmeniyle, öğrencisiyle, velisiyle okul gibi okul olma gayreti içersindedir.
Yok aksi bir görüntü varsa, okul duvarları abuk sabuk yazılarla doldurulmuşsa, öğrencilerin yakası bir yerde, paçası bir yerde ise; o okulda (eğitim, tümden yoktur da) öğretim de yoktur. (…)
Yazarın Notu; Sevgili öğretmenimin 4 sayfadan oluşan görüş ve düşüncelerini, ancak bu kadar, kısaltıp, özetleyebildim. (Öğretmenim kusura bakmasın, birazını da sansürledim)
Öğretmenim, her bir gerçeği, insanın yüzüne yüzüne “dan… dan…” diye vururcasına söyleyip, yazmış.
Bunca sözün ardından, bize ne demek düşer ki…
Haklısın öğretmenim… Bu devletin, bu toplumun bir bireyi olarak, sizden, devletim adına özür dilerim.