I
Denizi doldurmak, bana hep “Gözünü toprak doyursun” deyişini hatırlatır.
Jeolojisi genç bir coğrafya olan Türkiye’de dere yataklarını ve denizi doldurarak toprak kazanmak kent-rant ilişkisinin tavrıdır.
Bu süreci “uygarlaşmanın fetret devri” olarak ifade edebiliriz. Uygarlığın bir süreklilik olduğunun bilincinde olan toplumlarda gelenekle yenilik iç içe varlığını korumaya devam ederler. Kültür şeylerin hâlden hâle geçen sürekliliğidir çünkü…
“Kes-yık-at”, “kopyala yapıştır” hayatlar köksüz bir bitki gibi ölüp giderler. Türkiye’de kentleşmenin tarihi yukarıdaki ifadelerin trajedisidir ne yazık ki…
II
Yaşı olmayan insanlar vardır. Dün, gün ve geleceğin harman olduğu bir ruh taşıdıkları için mi böyledirler? Hem olgun ve genç ve çocuksu aynı anda… Zamanlar arası geçirgenlik. Yaşı olmayan insanlar, kesintisiz enerji kaynağıdır.
III
Dünü konuşup tartışarak algılamak, günü anlamamızı kolaylaştırdığı gibi yarın/gelecek önermelerinde de şeylerin hâlden hâle geçişlerindeki sürekliliği, kırılmaların nelere sebep olduğunu ve sonuçların sebep olduğu zamanları algılamamızı sağlar. Tarihi bütün gerçekliğiyle bilmek bu nedenle yaşamsal öneme sahiptir.
IV
Göç… Gurbeti, özlemle öfkeyi, çaresizlikle çileyi taşıyan gizemli sözcük…
V
Deniz…
Değişim, derinlik, esrar, isyan ve naiflik… An be an değişen renkleri, kokusu, esintisi, rüzgârı, fırtınası ile özgün bir galaksi gibidir. Yere inmiş gökada… Su yeşili, türkuaz, mavi, lacivert yelpazesi zamanın…
Bütün bunlar denizin bize gösterdiği yüzüdür. Dip kuytularındaki yaşam ise binlerce, on binlerce yılın birikiminin görkemli dünyasıdır. Sualtındaki düş ülke… Nasıl da gerçek ama…
VI
Un elemiş
Tozunu harflerimin
Bıraktım imbatına Ege’nin…

Seslenemeyişim kendime
Adını yazamayışım
Ol sebeptendir…
(16 Haziran 2015)