Gazetelerin köşe yazarlarını okuduğumda diyorum ki, “bir yanlışlık var ama kimde “ Geriye gidelim biraz, Özal zamanında Nazlı Ilıcak’ın söylediklerine bakalım. Ne demiş;  Özal döneminde  ben de korkuyordum. Özal’ın yağdanlıkları korkmuyordu.

Türk halkı nasıl mı tanıyor bunu diyeni? Oğlu ile birlikte bir gazete aracılığı ile Türk halkından topladığı ve vermediği televizyon paralarından tanıyor.

Açıkta kalan bürokratlar,

İhanete bulaşan kalem tutanlar,

Bu dönem korkularını yalakalık ve yağcılıkla bertaraf etmeye,

Ve de rahat edip, beslenmeye devam ediyorlar.

“Ne günlere kaldık” demiyorum artık.

İşte milletin meclisi, bütçe görüşmesi yapılıyor ve BDP’li bir vekil orada bulunan paşalara bakarak;

“Haddinizi bileceksiniz, bize ters bakmayacaksınız” diyebiliyor.   

Açılımın nimetleriyle paşalara bu sözleri söyleyecek kadar cesaretlendiler.

Ne yapsın paşalar?

Hasdal, Silivri gözlerinin önünde…

Haddinizi bilin diyen birine ancak bakışlarıyla cevap veriyorlar.

Buna da “ne günlere kaldık” demiyorum…

Bir hikaye anlatırlar Anadolu köylerinde, kaynağını anlatan da bilmez.

Sadrazam bir köyden geçerken bir eşeği döven köylüyü görür, yanına varır, neden dövdüğünü sorar.

Köylü tek kelimede özetler.

“Efendim, bu hayvan çok şerefsiz”

Sadrazam hemen  talimatları yağdırır.

“Buna her gün bir çerik arpa yedireceksin, besleyeceksin kırk gün sonra huzuruma getireceksin”

Der, eşeğin de karnına bir mühür basıp çekip gider.

Gariban köylü  başlar şerefsiz dediği hayvanı beslemeye.

Kırk gün sonra alıp götürür saraya ve sarayın içinde bir ağaca bağlayıp merdivenleri çıkarken şerefsiz dediği  hayvan başlar anırmaya…

Öfkelenir, dişini sıkar ama ne yapsın, sadrazamın mührü var karnında.

Anıran şerefsiz hayvana bakıp dişini sıkaraK;

“Sırtını dayadın sadrazama anır şerefsiz, anır bakalım” der.

Bu hikaye neden mi aklıma geldi de anlattım?

Bilmem!

Siz bilebildiniz mi?

Her Gününüz Güzel Olsun.