Gazi Eğitim Fakültesinde görevli Dr. Hasan Şahin Kızılcık yazmış.
“Bir gecede cahil mi kaldık!?” diye soruyor.
Devam ediyor.
“…Yazı devriminden ötürü, sıkça ‘halk bir gece cahil bırakıldı’ söylemi ile karşılaşıyoruz. Bu savı, profesöründen sokaktaki adama kadar pek çok kişi dillendiriyor.
Dillendiriyor da doğruluk payı ne, o tartışılır işte…
… …
Bu ipe sapa gelmez savın, gerçekle uzaktan yakından ilgisi yoktur.
Yazı devriminden önce kullanılan abece (alfabe), kökü/kökeni Arap Abecesine dayanan bir abecedir.
Arap Abecesinde ünlüler yazılmadığı için, örneğin "Muhammed" ve "Mehmet" sözcükleri aynı yazılırdı. Mehmet adının ortaya çıkış nedeni bile bu okuma yanlışıdır.
Oysa Türkçe, ünlü uyumlarına dayalı bir dildir.
Asırlarca, dilimizin özelliklerini yansıtmayan bir abece ile yazışmak, dilleşmek zorunda bırakılmıştık.
Okumuş yazmış, devletin üst düzeylerine kadar yükselmiş, eğitimli kişiler bile, çoğu zaman bir sözcüğün nasıl okunacağı konusunda veya nasıl yazılması gerektiği konusunda anlaşmazlığa düşerdi.
Eğitimin yeterince yaygın olmaması; abecenin, dile uygun olmayışı gibi nedenlerle, halk arasında okuma yazma pek yaygın değildi.
Yazı devriminden önce, halkın okuma yazma oranı, zaten çok düşüktü.
Bu oran, erkeklerde yüzde 7, kadınlarda ise yüzde 0,4 idi.
Kadın sayısı, savaşlar nedeniyle, erkek sayısından çoktu.
Bu durumda, toplamda yüzde 3'ün altında okuma yazma oranı olduğu bilinmektedir.
Yani?
Yani, halk zaten cahil idi.
Yazı Devrimi'nden 10 yıl sonra, okuma yazma oranı, okul ve öğretmen sayısının yetersizliğine rağmen yüzde 20'nin üstüne çıkmıştır.
Çünkü dilimizi ifade etmeye uygun yeni abece, yazmayı, okumayı ve öğrenmeyi kolay kılmıştır.
Bu sayede de yazı devriminden önce, küçük bir azınlığın tekelinde olan okuma yazma kavramı, ayrıcalık olmaktan çıkmaya başlamıştır.
Bir başka gerçek de o dönemin okuryazar kesiminin, bu abeceye uyarlanmasının, hiç de zor olmadığı gerçeğidir.
O dönemin okuryazar kesimi, batı dillerinde kullanılan Latin abecesine zaten uzak değillerdi. Birçoğu bu abeceyi zaten biliyordu.
Yani?
Yani halkın bir gecede cahil bırakılması savı, tipik bir irtica sahtekârlığıdır.
Araplaşma/Araplaştırma yanlılarının yalanıdır.”
* * *
Sayın Kızılcık’ın bu görüşlerine katılmamak, mümkün değil elbette.
Büyük Devlet Adamı Atatürk, yazı devrimi (abece devrimi) ile Türkçenin yapısına hiç uymayan Arap Abecesi yerine, Türkçenin yapısına uygun Göktürk-Etrüsk-Latin kökenli yeni Türk Abecesi’ni kabul etmiştir.
Nitekim Latin Abecesindeki 14 harf, aslen ön Türk kökenlidir.
Türk çocuğu, genetiğine uygun abece sayesinde, ana dilini çok daha kolay bir biçimde öğrenmiştir.
Atatürk, bu dil devrimi ile Osmanlı devleti döneminde dışlanıp, ihmal edildiği için unutulmaya yüz tutmuş Türkçemizi kurtarmıştır.
Unutulmuş Türkçe sözcükleri, derletip toplatıp kitaplaştırmış, yeni sözcükler türettirmiş, hatta bizzat kendisi 100’ün üzerinde Türkçe sözcük türetmiştir.
* * *
Yazımı, Arapça/Osmanlıca saplantılılar için; Osmanlıca ve Türkçe, “üçgen ve eşkenar üçgen” tanımlarıyla noktalamak istiyorum.
Üçgen ve Eşkenar Üçgenin Osmanlıca tanımı…
“Müsellesin, zaviyetan-ı dahiletan mecmu’ü 180 derece ve müselles-i mütesaviyü’l-adla, zaviyeleri birbirine müsavi müselles demektir.”
Üçgen ve Eşkenar Üçgenin Türkçe tanımı…
“Üçgenin iç açıları toplamı 180 derecedir. Eşkenar üçgen, açıları birbirine eşit üçgen demektir.”
Şimdi bir soru…
Hangisi kolay anlaşılır bir dil ve abece takdir sizin.