-Boynu altına gelesiceler, gomutanınız tahtaya gelsin de teneşirlerde yunsun inşallah, diye söylenerek, evin tolunu tuttu. Yularından tuttuğu kara eşeğin sırtında yüklü örme heybelerin gıcırtısı ve eşeğin gaz çıkarma sesleri taa karakolun oraya varana kadar duyuldu.

Biraz aşağıda, Hükümet Caddesinde pembe boyalı, iki katlı bir evin önünden geçerken, Bekçi Veysel ve iki polisi, mahallenin bıçkın delikanlısı Golak Macit'le konuşurken gördük. Golak, Gençlik Kulübü'nün hızlı delikanlılarındandı. Yakın arkadaşı Acil Şeref'le birlikte geceleri yazılamaya çıkıyorlardı. Avlu duvarlarındaki pek çok "tek yol devrim" yazısı onların eserleriydi. Gün boyu okudukları Texas, Tommiks kitalarındaki yüksek askeri bilgilerle, devrimci abilerinden öğrendiklerini harmanlayıp, gurtçu komşu gençlerle çatışırken kullanıyorlardı. Aslında her ikisinin de yaşları, büyük laflar etmeye ve büyük kavgalara girmeye pek müsait değildi. Yaşam biçimlerinin de kavga ettikleri gençlerden farklı bir yanı yoktu zaten. Golak, lisede okuyordu. Kamyoncu olan babası İran seferinden bir aydan önce dönmezdi. Adamcağızın Golak'ı denetleyecek zamanı yoktu. Acil Şeref ise kasabanın en mobilize gençlerindendi. Durduğu yerde duramaz, en akla gelmedik işlere en önde koşardı. Onun için lakabı acildi. O sıralarda Demirci Ömer'in yanına çırak girmişti. Dükkanda kalmak onu fena halde sıkıyordu. O da can sıkıntısından kaçmak için arkadaşlarıyla beraber yakındaki Büyük Camide vakit namazları kılmaya başlamıştı. Ama dükkanda sac eti yenecekse, öğle namazını ıskalıyordu. Hayattaki tek lüksü sac eti yemekti. Sac eti yenip yenmeyeceği sabah hazırlıklarından anlaşılırdı. Ömer Usta hazırlıklara sabahtan başlardı. Körüğün üstünde asılı duran bakırdan yapılma, büyükçe bir kalaylı yayvan tepsi olan sac eğer kütüğe konmuşsa, o gün dükkanda sac eti yenecek demekti. Ömer usta, öğlen ezanına birkaç saat kala tepsiyi kapıp, Kasap Kel Bayram'ın dükkanının yolunu tutardı. Çarşının tüm kasap dükkanları zaten tek bir arastada toplanmıştı. Kel Bayram, ağzında bir ot çiğner gibi hareketler yaparken, bir yandan da kuzu kaburgalarını ustalıkla doğrayıp, Ömer ustanın saçına dizerdi. Onların üstüne Usta'nın kendi tarlasından getirdiği taze domates, biber, patlıcan ile çırağına müstehcen Manav Cevdet Amca'dan (kasabanın en muzip adamlarından olan Cevdet Amca'ya, müstehcen şakalarından dolayı böyle seslenenler vardı) alınan sarımsak ve soğanları telaşsızca doğrar, en üste de kar beyazı kuyruk yağlarını yerleştirirdi. Üstüne gazete kağıdı örtülen saç, Süleyman Usta'nın fırınının yolunu tutardı. Diğer fırıncılar gibi Süleyman Usta da pişirme parası almaz, ekşi mayadan yaptığı üzeri nar gibi kızarmış, lezzetli yuvarlak ekmeklerin parasıyla yetinirdi. Öğlen vaktine yakın, arastayı iştah açıcı bir yemek kokusu sarardı. Sacı fırından almaya genellikle Acil Şeref giderdi. Dükkana gelene kadar, gazeteyi kaldırıp etleri didikler, üstte duran kızarmış kuyruk yağlarından birkaç tane aşırırdı. Hangi dükkanda sac eti varsa, komşu esnaf öğlen yemeğini orada yerdi. Yemeğin sonunda sac küflenmesin diye yıkanmadan asıldığı için bu yemeğe kirli sac da denirdi. Sac, tekrar lazım olduğunda küllü suyla ovalanarak yıkanırdı. Hapse girene kadar dükkanda yıkama işini Acil Şeref yaptı.

Kasabanın gençleri önce ikiye sonra da üçe ayrılmışlardı. Ülkücüler, Çiftçi Malları Koruma Ofisi’nin hayvan hapishanesinin üstündeki kahvelerinde otururken, Devrimciler ve Kurtuluşçular başka başka mekanlarda takılıyorlardı. Bir gün Boyacı Tacettin, elinden tuttuğu Acil Şeref'i ülkü ocağına götürdü. Sevmedi Acil burayı. Nesini sevmediğini aslında kendisi de bilmiyordu ama sevmemişti işte. Sonra Komünist Atakan'la Kurtuluşçulara gitti. Onlardan da pek hoşlanmadı. Bir akşam gittiği devrimcilerin gençliği tam kafasına göreydi. Artık en mühim devrimcilerden hissediyordu kendini. Kurtuluşçulardan da pek hoşlanmıyorlardı ama en büyük düşmanları, onun elinden ilk tutan Tacigilin grubu olan gurtculardı. Bir gün bir kavgada, bir ülkücüyü silahla yaralayan Acil Şeref'i Çorum hapishanesine atıverdiler.

...

-Kafanı geri çek, bakma dışarı, diye bağırdı Bekçi Veysel, Golak'a. Golak, dişlerini sıkıp ters ters baktı Veysel'e. Aslında avludan çıkmamış, avlunun içinden, dış kapının demir korkuluklarından başını uzatmıştı. Bekçi Veysel, geceleri boyama yaparken yanına yaklaşmaktan çekindiği Golak'tan hırsını böyle çıkartıyordu. Golak "seni bir gece kıstırmam mı ben" diye geçirdi içinden. Ama o devrin bittiğini çok geçmeden anlayacaktı. Acil Şeref de darbeye, Çorum maphushanesinde yakalanmıştı.

O gün, askerlerin büyüklere göz açtırmazken çocuklara ilişmemelerini de fırsat bilip, kasabanın altını üstüne getirdik. Herkesin, yıkılmayan hükümet konağı için neden evlerinde karantinaya alındıklarını anlayamamıştık bir türlü. Hacdan yeni dönen dedemin bile camiye gitmeyip, namazlağusunun üstünde tüm günü evinde geçirmesi de çok garip gelmişti. Yıllar sonra, bunun bir eylül karantinası olduğunu, kasabamız gibi tüm ülkenin de uzun yıllar sürecek bir kara kışa doğru hızla girdiğini, anlatılan acı hatıralardan öğrenecektik.

Bir korona karantinasının hatırlattıklarını içimden geçtiği gibi anı kırıntılarını toplayarak yazıverdim gari. Bu bir anıdan çok, hayal meyal bir uydurma hikayedir. Ve neyse ki bizim önümüzde kara bir kış değil, umutlu bir ilkbahar var. 19 Mart 2020