Geçen hafta yayımlanan yazımda eğitim konusuna değinmiştim. Ne kadar çok dertli varmış?..

İlk mesaj, Metin Erişken' den sabah saat 08.06’ da geldi:

"İlhan ağabey, Cumamız mübarek olsun. Son yılların en büyük yarasını dile getirmişsiniz. Eğitimin önemini anlatmışsınız. Bu konu hiç iyi gitmiyor. Çare de üretilemedi. Öğretmen alımı imtihanlarında, adaylar 50 soruyu 9 doğru cevapla bitirdi."

Metin'e ilgisinden dolayı teşekkür ediyorum. Ayrıca öğretmen imtihanındaki olumsuz ve enteresan sonucu bilmiyordum. Öğrenmiş oldum.

Mahmut Şamlı, telefon konuşmamızda "Yazı kısa olmuş, bu konu çok önemli. İş arayanlarla, eleman arayanların birlikte yaşaması zaten enteresan. Bir de bunun sınıfta kalmanın kalkması ile bağlantılı olmasını vurgulamak, daha detaylı anlatımı gerektiriyor."dedi.

Sonra rahmetli ablamın büyük oğlu, matematik öğretmeni, 70 yaşına gelmiş olmasına rağmen mesleği ile ilgili çalışmasını sürdüren Suat Amanvermez'e fikrini sordum. O daha dertli çıktı: "Yazdığınız konu arkadaşlarımızla aramızda tartışıp dertlendiğimiz konu... Önce sınıfta kalma olayının tatbiki ortadan kalktı ama, bütünleme imtihanları duruyor. Ancak uygulanamıyor. Öğrenci sınıfı garanti geçeceğini bildikten sonra bütünlemeyi geçmek için zaten çalışmıyor. Sınıfta kalmama gibi saçmalığı ortadan kaldırarak, ülkenin ihtiyacına uygun öğrenci yetiştirmenin temelini atıp, devamını getirmenin çaresine bakmak lazım, diye yazmışsınız. Son derece doğru ama esas zorluk da bundan sonra başlıyor. Önce bakan veya idarecilerin değişimi ile müfredat da değişiyor. Devamlılık isteyen sistemde kopukluklar oluyor. Müfredata alınmış kitapla sezona başlıyorsunuz, bir de bakıyorsunuz ki sezon bitiminde başka bir kitap çıkmış, ona geçilmiş. Bu durum aksaklıklara neden oluyor. Onun için seçilmiş eğitimcilerden komisyon kurulup, onların aldıkları kararları uygulayan idareciler olmadıkça, bu iş düzelmez." dedi.

Böyle bir konu beni aşıyor ama girmiş bulundum. Türkiye için çözümün ne kadar zor olduğunu gösteren fıkrayı sunarak yazımı bitireyim ama görevlilerden çözümü beklediğimizi vurgulayalım.

Matematik öğretmeni üçgenin alanını çocuklara şu şekilde anlatır: "Bir üç kenarlının alanı, yatayımı ile dikleşiminin vuruşumunun ikiye bölümüdür." Çocuk bunu öğrenir. Akşam babası sorar:

-Bugün ne öğrendiniz?

-Matematik dersinde, bir üç kenarlının alanını hesaplamasını öğrendik babacığım.

-Peki nasıl öğrendiniz?

-Bir üç kenarlının alanı, yatayımı ile dikleşiminin vuruşumunun ikiye bölümüdür.

-Yavrum, yanlış öğretmişler size. Doğrusu şöyle: Bir üçgenin alanı tabanı ile yüksekliğinin çarpımının yarısına eşittir.

O anda gazete okuyan dede söze karışır:

-İkisi de yanlış! Doğrusu:

Bir müsellesin mesaha-i sathiyesi, kaidesiyle irtifanın hasıl-ı darbının nısfına müsavidir.

Fıkra böyle… Torun, baba, dede aynı şeyi söylüyor. Ama söylem o kadar değişmiş ki, birbirlerini anlayamıyorlar.

Bu kadar değişikliğin üstüne idarecilerin keyfi değişikliğini koyunca çözümsüzlük artıyor. Ama yine de çözmek lazım...

En güzel günler sizlerin olsun...