Türkiye, Özgecan Aslan vahşetiyle günlerdir ayakta. Toplumsal bir şok yaşıyoruz. Bu inanılmaz olayın son kadın vahşeti olmasını diliyor ve istiyoruz.
Tüm ülkede “Özgecan Aslan ”vahşeti kınanırken; bu toplumsal acının içinden bir ses duyduk. Bu ses tam da ateşin düşüp, yakıp kül ettiği yürekten geliyordu!
Bu ses; Özgecan’ın babası Mehmet Aslan’ın sesiydi. Gözlerimiz büyüyerek acılı babanın sözlerine kilitlendik.
Baba; toplumda yükselen hezeyanla birlikte, ”idam” isteğinin kızının vahşeti üzerinden tartışılmasının doğru olmadığını söylüyordu.
Arkasından da idamın çözüm olmadığını vurgulayarak; böyle bir günde öfkeyi, kini intikam duygusunu öteleyerek akılla düşünmenin ne olduğunu bize gösteriyordu.
Yine bu toplumda yaygın “linç kültürüne” karşı durarak; “Katillerin de aileleri var. Onlar da acı çekiyor, onlar da korunmalı” diyerek yeni bir ders veriyor bizlere. Suçun bireysel bir olay olduğu dersini veriyor adeta. Toplum olarak bu kez yeni bir şaşkınlık yaşıyoruz.
Siyasilere eşit mesafede durarak, her gün söylem ve eylemleriyle toplumu ayıran, ötekileştiren, nefret dilini kullanan siyasilere de aslında bir tür öğreti yolu açmış oluyor.
Defalarca dinlediğim babanın her sözü bir öğretiydi. Kızına “meleğim” diyen adam öncelikle muhteşem; “bir baba, sonra da derviş, bilge, özgeci, duygudaşlık kurabilen aklı-selim adam gibi adam…”
"Her insanın vicdanı kendi jandarması olacak. Kendini, nefsini birebir kontrol etmeyi bu insanların öğrenmesi gerekiyor. Bu insanlar, kimin kendilerine kötülük yaptırdığının farkında değil mi, bilmiyor mu? Kötülüğü insan yapmıyor, Kötülüğü insanın içindeki o mahlûkat yaptırıyor. Güzel olanı seçelim, güzel olanı tercih edelim. Henüz barış varken, güzel olana teslim olalım. Barışa teslim olursak, çirkin olan hiç bir şey kalmaz” diyor. Mehmet Aslan.
Günlerdir bizler onu, her sözünün ders kitaplarında okutulması gerekir diyerek, şaşkın, imrenerek, ders alarak, biraz da hayretle izliyoruz.
Toplum; Özgecan vahşeti son olsun derken, kartopu oynarken cama değdi diye öldürülen bir genç gazeteci haberi alıyoruz. Meclis kavga ediyor, vekiller yaralanıyor. En son bir kadın cesedi kocası tarafından parçalara ayrılmış şekilde bulunuyor!
Şiddet bir tür; küresel, toplumsal, bölgesel ve bireysel sorun. En fazla cehaletin var olduğu yerlerde yeşeren patlamaya hazır bir tür bomba! Ülkemizde yasaların değişimi yetmiyor, kafaların değişimine gereksinim var .
Sonuç olarak; bu toplumun uygar düşünce etrafında; düşünme, yaşama, anlama ve özellikle kadını algılama biçiminde acil “düşünsel devrim”e gereksinimi var.

Ahhh !
Ne desek de ağlasak
Siyahlar giyip
Karalar bağlasak
Gökyüzü olur mu mavi
Özgecan’ların bedeni
Cellatların kara elleri
Artık bizi kim inandırabilir ki
Gelinciklerin özgürleşeceğine!