Fikri öğretmen Sungurlu’ya gitmiş.

Oysaki bayram sonrası ve ertesi gün zaten tatildi. Hiçbir özrü ve işi olmadığı halde, üstelik haber de vermeden gitmesi, görev bilincinden yoksunluk ve kural tanımazlık değil de neydi? Düşündükçe öfkem ve sinirim yatışmaz biçimde arttı. Böylesine önemli bir günde, çocukların bayramında bir öğretmenin öğrencilerini bırakıp gitmesini anlamak mümkün değildi. Bu ne aymazlık, bu ne duyarsızlık ve ulusal duygudan yoksunluktu. Üstelik ben de bu öğretmenden, öğrencileri için azıcık özveride bulunarak bayrak yapmasını ummuştum. Ne kadar safmışım.

Yedek subay öğretmenlerden bazılarının okulunu kapatıp Sungurlu’ya inmeleri ya da başka yerlere gitmeleri; hatta günlerce okullarını kapatmaları olağan bir durumdu. Bunu duyuyorduk. İlköğretim müdürlüğü de bunları biliyordu, ama her nedense caydırıcı bir işlem yapmıyor ya da yapamıyordu. Belki yapılıyordu da biz duymuyorduk. Müdürlük bir şey yapamadıktan sonra benim, Fikri öğretmeni, “izinsiz ayrıldı” diye bildirmemin ne anlamı olabilirdi ki? Hem köyde ikinci yılını tamamlıyordu. Ve 12 gün sonra, (5 Mayıs’ta) tamamen ayrılacaktı köyden. Pervasızlığı belki de bundan kaynaklanmaktaydı.

Okuttuğum birinci ve ikinci sınıf öğrencilerimi dersliklerine alıp, gazete kâğıdına sarılı bayrakları açıp göstererek:

“İşte size bayram sürprizi” dedim.

Önce şaşıran öğrenciler, ardından coşkulu bir sevinç çığlığıyla sınıfı inlettiler.

“Bir dakika çocuklar!”

Sesleri kesildi; ben sürdürdüm:

“Bayraksız bayram olmaz diye düşündüm. Bir haftadır akşamları bu bayrakları tamamlamak için uğraştım. Arkadaşlarınızın sorduğu o kavak çubukları da bu bayraklara sap oldu. 23 Nisan Çocuk Bayramı yüce Atatürk’ümüzün sizlere armağanıdır. Bayrağımız ise, yurdumuzun bağımsızlığının ve özgürlüğünün simgesidir. İstedim ki 23 Nisan Bayramını, ellerinizdeki bu bayraklarla coşkulu bir biçimde kutlayasınız. Şimdi herkese bir bayrak vereceğim. Bayraklarınıza iyi sahip olun. Ne de olsa kağıt bayrak. Sakın yırtmayınız! İyi korursanız gelecek yıl da bu bayraklarla bayram yapabilirsiniz.”

Bir öğrencim parmak kaldırarak:

“Bayrak için kaç kuruş getireceğiz öğretmenim?” diye sordu.

“Para getirmeyeceksiniz çocuklar. Bu bayrakları size bayram armağanı olarak veriyorum.”

Ardından bir sevinç çığlığı daha koptu sınıfta.

“Şimdi tek tek sırayla gelin. Bayrağını alan dışarı çıkıp sıra olsun,”

Öğrencilerin sevinçleri, coşkuları ve mutlulukları benim Fikri beye olan kızgınlığımı da alıp götürdü.

Bayrak dağıtım işi bitince, zili çaldırıp tören yürüyüşü koluna geçirdim öğrencileri. Fikri öğretmenin öğrencileri yani üçüncü, dördüncü ve beşinci sınıflar imrentiyle bakıyorlardı bayraklara. Beşinci sınıf öğrencilerinden birisi parmak kaldırarak:

“Öğretmenim, neden bizim öğretmenimiz de bize bayrak getirmedi?”

“Sizin öğretmeniniz bayramınızda yanınızda değil ki size bayrak getirsin” sözü dilimin ucuna gelmişken, yuttum sözcükleri.

“Bu bayraklar kasabada satılmıyor çocuklar. Bu bayrakları ben yaptım. Gönül isterdi ki Fikri öğretmen de sizler için yapsın.”

Benim söylemek isteyip de söyleyemediğimi, onun öğrencilerinden birisi söyledi.

“Bizim bayramımızda yanımızda olmayan öğretmenimiz, bize bayrak yapar mı hiç?”

“Neyse, canınız sağ olsun çocuklar” dedim. “Üzülmeyiniz. Öğretmeninizin bu günden daha önemli olan bir işi çıkmış olmalı ki, onun için Sungurlu’ya gitmiş. Biz programımızı aksatmadan uygulayacağız.”

Bir sırığa taktığımız okul bayrağımızı öğrencilerin önünde taşıması için, beşinci sınıf öğrencilerinden birine verdim. Yine büyüklerden bir kızla bir erkek öğrenci de Atatürk’ün camlı çerçeveli resmini taşıyacaklardı.

Yürüyüş kolunu, birinci sınıflar önde, ikinci üçüncü, sınıflar ardında, dördüncü beşinci sınıflar da geri planda olarak düzenlemiştim. Bayraklı öğrencilerimin sevinç ve coşkuları görülmeye değerdi. Okulun bahçesinden çıkıp ulusal marşlarımızı söyleyerek köy içine doğru yürüdük.

Çocukların seslerini duyan öğrenci anne ve babaları ile henüz okul çağına gelmemiş küçük çocuklar evlerinin kapı önlerine çıkarak öğrencileri alkışlıyorlardı. Bayramın sevinç ve coşkusu sarmıştı herkesin yüreğini.

Bayram yerini önceden belirlemiştik. Durduğum odanın yüz adım kadar ötesinde Hacı Mustafa’nın odası vardı. Önü düzlüktü. Köyün merkezi sayılabilecek bir yerdi. Orda yapacaktık bayram törenini.

Halk da küçük çocuklarının ellerinden tutmuş, öğrencilerin 23 Nisan Çocuk Bayramını izlemek için tören yerine doğru yönelmişti. Okul çağı yaklaşmış olan çocuklar da peşimizdeydiler. Öğrencilerin ellerindeki bayraklar büyük küçük herkesin ilgisini çekmişti.

Odanın önüne varınca öğrencileri hilal biçiminde düzene soktum. Herkes yönünü merkezi noktaya dönüyor. Bu arada çevremizdeki kalabalık da durmadan artıyordu.

Seslenenler vardı öğrenci babalarından:

“Bayramınız kutlu olsun muallim.”

“Kutlu bayramlar öğretmen bey.”

“Sağ olunuz” diyorum. “Bayram, çocukların bayramıdır. Hoş geldiniz.”

Kalabalık iyice artıyordu. Fikri öğretmenin nerde olduğunu soranlar vardı bunca curcuna içinde.

Çocuklara seslendim:

“Çocuklar törenimiz başlıyor. Önce İstiklal Marşımızı söyleyeceğiz.”

Sesler kesildi.

“Rahat, hazır ol!” komutundan sonra hazır olda İstiklal Marşımızı söyledik coşkulu bir biçimde.

Ardından kısa bir bayram konuşmasıyla özetle şöyle dedim:

Saygıdeğer Büyükpolatlılılar, Değerli büyüklerim, anneler, babalar, gençler ve geleceğimizin umudu sevgili çocuklar!...

(SÜRECEK)