Yıl 1980, darbe öncesi... Darbeye giden yolun son kilometre taşları, "Çorum olayları" ile yeteri kadar döşenmişti.

Darbenin ayak sesleri duyuluyor, geldi, gelecek olmuştu. Bazen gece radyodan okunacak bildiriyi bekler olmuştuk. Aslında tüm toplum bekler olmuştu. Çünkü bu toplum darbeye alıştırılmıştı.

Toplumsal muhalefet yükselince ortalık karıştırılır, toplum Atatürk yolundan çıkarılır, daha büyük Atatürkçüler tarafından yönetime el konulur; toplumsal muhalefet susturulur, anayasal sistem yeniden düzenlenir, güdümlü bir yönetim oluşturulur, sonra da bir ölçüde geri çekilinir. Bu, hep böyle olmuştu ve de böyle oldu.

Ama herkesin beklentisi farklı idi. Sağ kesim, asker gelecek solun kökünü kazıyacak diye; sol kesim, kendini ezecek güç nasıl bir şiddet uygulayacak, halk nasıl bir tepki gösterecek diye bekler olmuştu.

Toplumun genel beklentisi ise, asker gelecek hem sağdaki hem soldaki örgütleri temizleyecek, içeri atacak, toplum huzura kavuşacaktı.

Bir ölçüde öyle de oldu. 12 Eylül'e kadar sıkıyönetim komutanı olanlar toplumdaki kargaşayı engelleyemedi ya da engellemedi; 12 Eylül’ün sabahı sesler birden kesiliverdi!... Oysaki "aynı adamlar görevliydi" demişti Demirel. Kenan Evren ise, "şartların olgunlaşmasını bekledik" demişti.

Sonuçta 12 Eylül 1980 gününün ilk saatlerinde 04'te darbe oldu. Saat 06'da evimden aldılar, garnizonda bir bodrum yere koydular. Burası, Çorum olaylarında da nezarethane olarak kullanılmış bir yer idi.

Evin kapı zili çaldığında galiba yönetime el konuldu diye düşünmüştüm. İndiğimde sokağın hep uyanmış olduğunu gördüm. Bir polis arabası, bir askeri cemse, kapının önünde ve yolda askerler vardı.

Polis arabasına alındığımda telsizden, "Türkeş Suluova yolunda", "Erbakan Konya yolunda" anonsu geçti.

Garnizona götürülürken Milönü meydanında bir tank, abidenin yanında bir tank, yanılmıyorsam ertesi gün bizi kapalı spor salonuna götürürlerken de valiliğin önünde bir tank gördüm. Çok merak ettiğim ise, bu tanklar kime karşı kullanılacaktı?!!!

Bir Yüzbaşının huzuruna çıkardılar. Kimlik tespiti yapıldı ve kalorifer dairesi gibi bir nezarethaneye koydular. Bir, iki, üç... Derken akşama doğru yaklaşık 300 kişi olduk.

Sabah 09'da henüz 15 kişi kadardık; acıkmıştık. Faik isminde bir öğretmen arkadaşa askerden yiyecek bir şeyler istemesini söyledik. Faik arkadaş bu konularda bizden daha girişimciydi. Bulunduğumuz yerin kapısı demirdi. Faik Hoca kapıya vurdu. Asker indi, kapıyı açtı, çok sert olarak "ne var?" dedi. "Açız, yiyecek bir şeyler alabilir miyiz?" dedi Faik Hoca. Asker, "s...ol" diyerek demir kapıyı çarptı gitti.

Ama 20 dakika sonra kucağında 6-7 ekmekle iki kişi geldi. "Asker kızdı ama yine de ekmek göndermişler" diye düşündük.

Gelenler çok şaşkın bir durumdaydılar. Kucaklarındaki ekmekleri aldık, Faik Hoca'ya teslim ettik. Bir köşeye koydu. Küçük parçalar halinde dağıtmaya başladı. "Çok yersek başka ihtiyaç oluşur" dedi.

Aradan 8-9 yıl geçmişti. Kitabevinde birkaç arkadaşla sohbet ediyoruz. Konu nereden açıldı ise, bulunan arkadaşlara bu olayı anlatıyorum. Bir vatandaş fotokopi çektiriyor; işi bitti ama gitmedi, bizi dinliyormuş.

-Konuşmanız bitti mi? dedi.

-Bitti dedim.

-Peki, o ekmek nasıl geldi biliyor musun dedi.

-Bilmiyorum ama galiba komutan gönderdi dedim.

-Ekmek oraya öyle gelmedi arkadaş deyip olayı anlattı:

"Ben Orman dairesinde kapıcıyım. Sokağa çıkma yasağı olduğu halde müdür bey bizi ekmek almaya gönderdi. Ekmekleri aldık, Orman dairesinin bahçe kapısından girerken askerler bizi çevirdi. Sokağa çıkma yasağını bilmiyor musunuz dediler. Biz de biliyoruz ama müdür bey bizi ekmek almaya gönderdi dediysek de garnizona getirildik. Komutanın huzuruna çıkarıldık. Askerler komutana bizi, sokağa çıkma yasağı nedeniyle getirdiklerini söylediler. Komutan kimlik tespitinden sonra, atın içeri dedi. Askerler, komutanım ekmekler ne olacak dedi. Komutan, onları da atın içeri dedi. İşte o ekmekler oraya böyle geldi."

Bu olay, bütün topluma karanlık ve acı bir dönem yaşatan, bugün ise Kenan Evren'den başka sahibi kalmayan 12 Eylül’ün, unutamadığım hoş bir anısı olmuştu.