Londra Olimpiyatları tüm hızıyla devam ediyor. Gözlerimiz ekranlarda. Şu ana kadar olağanüstü bir başarı gösteremedik. Basketbol bayanlar ve voleybol bayanlarda güzel maçlar çıkardık. Madalya gelir mi bilmem ama ilerisi için bize umut verdi. Dileriz kalan branşlarda ve yarışmalarda birkaç madalyamız olur.

1970’li yıllardaki Eurovision yarışmalarını hatırlıyorum. İlk yarışmacımız Semiha Yankı sonuncu olmuştu. Sonraki yıllarda hep hayal kırıklığı yaşardık. Hep sonlarda olmak adeta onurumuzu kırardı. “Canım hep böyle sonlarda olacaksak katılmayalım ve de ulusal gururumuzu incitmeyelim.” diyenler olurdu. Derken bir gün geldi. “Biz de bu işte varız!” demeye başladık. Sertap Erener gitti. Gümbür gümbür birinci oldu. Artık son sıraları bırakmıştık. Birinci olamazsak da ilk beşlerde-onlarda yer alabiliyorduk. Efendim Eurovision yarışmaları taraflı oluyor. “Biz ne yapsak da birinci olamayız” paranoyasından ve fobisinden kurtulduk. Demek ki siz iyi olursanız herkes oy verebiliyor.

Türkiye toplam nüfusu içinde genç nüfus oranı oldukça yüksek bir ülke. Sporun hemen her dalında büyük başarılar elde etmemiz mümkün. Yeter ki bu işi düzenli, planlı ve akılcı bir yapıya kavuşturalım. Sporu ilkokullardan başlayarak yaygınlaştırmak lazım. Günümüzde bu imkansız olmaktan çıktı. Üniversiteler Anadolu’nun her köşesine yayıldı. Bu üniversitelerin çoğunda spor işini akademik düzeyde yapan Beden Eğitimi ve Spor Yüksekokulları (BESYO) var. İlköğretimden ortaöğretime kadar her kademeye bu donanımlı ve yetenekli Beden Eğitimi ve Spor öğretmenlerini gönderiyoruz. Gönderiyoruz da bu yeterli mi? Hayır. Sayısı 30-40 binlere varan BESYO mezunu atama bekliyor. Okulların çoğuna gidiniz Beden Eğitimi öğretmeni yok.

Sporcu, sanatçı, bilim insanı yerden mantar biter gibi yetişmiyor. Çok özen ve sabır gerekiyor. Her şeyden önemlisi okullarda, öğretmeninden idarecisine, ebeveynlere kadar kısaca tüm kamuoyu spor, bilim ve sanat konusunda duyarlı olmalı.

Okullarda halen görev yapan resim, müzik ve spor öğretmenleriyle görevim icabı çokça bir araya geliyorum. Öğretmenlerin tümü derslerinin önemsenmediğinden yakınıyor. Özellikle sınıf öğretmenlerine; “okulunuzda resim, müzik, spor branşından öğretmen yok. Ne yapıyorsunuz?” diye soruyorum. Çok enteresan cevaplar geliyor. Birisi diyor ki, ben müzikten anlamam. O yüzden müzik derslerinde test çözdürüyorum. Ebeveyn benim öğrencilere müzikten ne öğrettiğimi, iyi resim yapıp yapamadıklarını, spor derslerinde neler öğrettiğimi sormuyor. Yıl sonunda kaç öğrenciyi fen lisesine, kaçını koleje veya Anadolu lisesine yerleştirebildiğime bakıyor. Ona göre de sen iyi öğretmen kötü öğretmen oluyorsun diyor.

Bu saptamaları destekleyen çok sayıda da eğitim araştırması bulunduğunu rahatlıkla söylemek mümkün.

Spor, sanat, bilim tabandan başlayacaksa öncelikle mentalite değişimi gerekiyor. Eğitim sistemini bu mentalite paralelinde yapılandırmak daha da önemlisi.

SON SÖZ: Öğrencileri a,b,c,d,e seçenekleri arasına sıkıştırılmış, sözüm meclisten dışarı test aptalı haline getirilmiş, hiçbir şeyi düşünmeyen, sorgulamayan ve yargılamayan, hepsinden öte çocuklarının bilişsel güçlerini katleden bir ülkede bilimden bahsedilebilir mi? Orasını da siz düşünün.