“İyi müzisyenler bütün bildiklerini unutup müzik yaparlar.”

Keman sanatçısı, besteci, hoca, tonmayster Yavuz Özüstün ile ilgili televizyon programında (TRT 2 Karar Perdesi) bir öğrencisi ve orkestra şefi Oğuzhan Balcı’nın aktardığı bu ifade, salt müzik için değil bütün sanat dalları için de geçerli olan bir bakış açısı ve duruştur.

“Bildiklerini unutarak” yapılan sanat yolculuğunda üretim sentezin şifresidir. Nasıl sentez yapabilen toplumlar uygarlıklar inşa etmişlerse, sentez yapabilen sanatçılar da özgün eserler üretmişlerdir. Özgün söyleyiş ise zamanı aşabilmenin eşiği olup şifresi ise “değişende değişmeyeni” ifadesiyle mümkündür. Bu boyut aynı zamanda evrenselliğe geçişin de eşiğidir.

Bu bağlamda evrensel tiyatroda iki isim akla gelecektir. Oyunları dört yüz yıldır sahnelenen Shakespeare ve Moliere…

İngiliz tiyatro oyuncusu Hipplyte Taine Moliere için şunları söyler. “Moliere herhangi bir ulusun malı değildir; günün birinde komedi Tanrı’sının aklına esti, oyunlar yazayım dedi, insan şekline girdi ve rastlantı eseri olarak Fransa’ya düştü.” Taine’nin bu sözlerinin satır aralarında değişende değişmeyeni yakalamanın Tanrısal bir ifade olduğunu okuyabiliriz.

Prensler, kibar fahişeler, çapkınlar, öfkeliler, kurnazlar, riyakârlar, okumuşlar, cahiller, bilgeler sahne alır Moliere’in oyunlarında. Sanatçının belirleyici özelliği olan gözlem gücünü Moliere şu sözleriyle dile getirir. “Eğer yaşadığınız yüzyılın insanlarını tanıtmadıysanız, hiçbir şey yapmamışsınız demektir.”

Moliere de bu ifadesiyle değişende değişmeyeni yakalamanın önem ve değerini söylemektedir satır aralarında.

Şiirde nasıl söz ekonomisi varsa bir metinde kişileri betimlerken ikincil özelliklerini eleyerek anlamlı ve baskın bir diğer deyişle onları belirleyen özelliklerini abartarak öne çıkarmak söylenmek istenenin okuyan / izleyene geçmesi için olmazsa olmaz bir özelliktir. Bir nevi karikatür dili. Kurguda tip/kişilik çiziminin işlevi. Ancak betimlemelerde abartı olsa da basitleştirmenin olmadığı görülür. Bu da oyun/oyuncuyla izleyici arasında bir gerçeklik yanılsaması yaratacaktır.

Stendhal, Racine ve Shakespeare adlı yapıtında (1825) şu anekdotu aktarır. “Baltimore Tiyatrosu’nda bir asker izleyici Othello’nun Desdemone’yi öldüreceğini fark edince hemen silahına sarılıp ateş ederek oyuncuyu kolundan vurur ve birden yerinden fırlayarak, bana lânet bir siyah adamın beyaz kadını öldüreceğini hiç kimse söylemedi” der. Tiyatroda gerçek ve yanılsama… Askerin ezberini bozan bir insani duruş vardır sahnede. 19. yüzyıl batı toplumlarında bir siyahi beyazlara kıyasla insan sayılmamaktadır. (20. yüzyılda da süren bu batılı bakış ve duruşun 21. yüzyıla geçtiğimiz çağda da türev olarak sürdüğünü görmemiz sömürgeciliğin hâlâ yaşadığının ifadesi değilse nedir?)

Moliere, 1660’lı yılların başında trajedinin gölgesinde kalan, hor görülen, sıradan bir tür olarak kabul edilen komediyi topluma ayna tutabilmek için kullanır. Komedi sayesinde egemen yapıyı adeta bir çalıyı dolanır gibi geçerek insanları gerçeklerle yüz yüze bırakır.

Lütfi Ay Moliere’den çevirdiği Hastalık Hastası oyununa yazdığı önsözde (İnkılap Kitabevi) şunları söylemektedir. “Shakespeare insanoğlunun çeşitli tutkularını kimi zaman dehşet veren, kimi zaman göz kamaştıran tablolarla betimlemiştir. Moliere ise zaaflarımızın, saplantılarımızın, hele bencilliğimizin bizi ne gülünç ne acınacak hâllere düşürdüğünü, inceliği içinde sivri bir mizah ve yergi gücüyle, gülerek, güldürerek göstermiş, çağının tutucu, çarpık düşüncelerine yılmadan, usanmadan saldırırken kahkahayı kullanmıştır. Ama kahkahanın gerisinde kimi zaman bir acılık, bir burukluk duyulur. Moliere komedilerinin yer yer dram yüklü olması bundandır.”

Moliere (1622-1673) Hastalık Hastası adlı oyununun dördüncü temsilinde hastayı oynarken hayata veda ettiğinde 51 yaşındadır.

birkaç yıl sonra Moliere’in tiyatro kumpanyası Hotel de Bourgogne oyuncularıyla birleşerek Comédie Française tiyatrosunun oluşumunu sağlayacaktır.

Meraklısı için ek: Moliere’in oyunlarının dilimize çevrilmesinde ve uyarlamalar yapılarak sahnelenmesinde ve her zaman ilgiyle izlenmesinin temelinde Türk kültüründeki mizahın derin köklerinden (Karagöz-Hacivat, Orta Oyunu ve meddah) kaynaklandığını söylemeliyim.