Pembe Tunçel’in ilk romanı “Fikret-Ege’den Kırık Bir Aşk Hikâyesi” okurlardan gördüğü ilgi nedeniyle ikinci baskıyı yapmıştı.
Bu kez ikinci romanı “Berna-İnciraltı’ndan Hayata Yolculuk” (*) edebiyatseverlerle buluşuyor.
12 Eylül 1980 darbesi, toplumun her alanını küresel şirketlerin çıkar beklentilerine göre yeniden kurgularken kültür-sanat dünyamız da bu toplum mühendisliği dayatmasından payını almıştır. Özelleştirmenin tsunamisi sanatı da etkilemiş, holding dergileri ile edebiyat ve sanat denetim altında tutulmuştur.
Toplumsal sorunları gündeme getiren her şey “ideolojik” olduğu gerekçesiyle ötelenmiş ve itibarsızlaştırılmaya çalışılmıştır.
Toplum, “al-tüket-at” çağında köleleştirilmeye çalışılırken sanatçı da yaşanan gerçeklerle ilgilenmeyen, ithal bunalımlar kuşanan biri haline getirilmek istenmiştir. Bunda da hayli başarılı olduklarını söylemek zorundayız.
Bu “yeni insan”, kendisinin “birey” olduğunu söylese de bu yeni “birey” yaşadığı toplumla kan ve can bağı kesilmiş bir tiptir. Toplumla ve sorunlarıyla ilgisi “bana ne gerek, sütlü börek” durumundadır.
Bu dönemin romanlarında görülen bir başka söylem ise metin arasına serpiştirilen bazı ifadelerle ulusal bilince virüs atılmasıdır. Okur, “Bu bir roman…” diyerek belki de üzerinde durmayacaktır. Ancak; bu üzerinde durmayış, farkında olmadan ulusal bilincini çökertecektir. Kültürel emperyalizmin virüsleri beyinleri kefenleyerek, alt beyine yüklenecektir. Bu konuda öne çıkan isimlerin en tipik örnekleri Elif Şafak ve Orhan Pamuk’tur. Sanat dünyamız bilerek ve/veya bilmeyerek emperyalizmin hizmet sektörü gibi çalışmıştır.
İşte bu noktada Pembe Tunçel’in bir ayrıcalığından söz etmeliyim. P. Tunçel’in sanat dünyasıyla olan ilişkisi, bir okur olmaktan öteye geçmemiştir. Ancak, düşünen, olguları sebep-sonuç bağlamında irdelemeye çalışan bir yurttaş, Cumhuriyet aydınıdır.
Bireysel yaşamında ise topluma dayatılan “Kazan da nasıl kazanırsan kazan…” anlayışına karşı, toplumsal dayanışmayı yaşam biçimi olarak seçen, dediği gibi olan, olduğu gibi görünen bir çizgiyi korumuş olmasıdır.
12 Eylül 1980’den sonra giderek yaygınlaşan benmerkezci, çıkarcı tiplerin toplumu nasıl yozlaştıklarının tanığıdır. Bir diğer deyişle, P. Tunçel’in söyleyecek sözü vardır.
“Fikret-Ege’den Kırık Bir Aşk Hikâyesi” adlı ilk romanında, 1950’li yılları, o dönemin doğasıyla, insanıyla, yaşanmışlıklarıyla yer, yer Ege kültürü ve şivesiyle, ille de kadınıyla Türkiye genelindeki toplumsal olayların bir izdüşümü olarak anlatmıştır. Ege kültürünü günümüz insanına tanıtmak amacıyla kaleme alınmıştır. Kim bilir, belki de okuyucunun yüreğine, belleğine dokunur da düşünür diye…
Bu ilk roman için yaptığım söyleşide “Neden roman?” sorumuza verdiği yanıt “Berna-İnciraltı’ndan Hayata Yolculuk” adlı yeni kitabı için de geçerlidir.
“Anlatı türleri içerisinde en uzun soluklusu roman olduğu için. İnsan önce kendini tanımalı, aynada kendi yansımasını görmeli, kendi toplumunun yaşantısını, kültürünü, sancılarını bilmeli ve bunları eserlerinde yansıtmalı.
Kültür emperyalizmin dayatmasıyla değil, kökü kendi toprağımızda olan, geçmişe saygısı, sevgisi olan ahlaki değerlere dayanan, dış odaklarca tasarlanmamış, kendi sesimiz, kendimiz, biz olan bir roman.
Bugün Batı’da, özellikle Amerika’da ne yapılıyorsa büyük çoğunluk onun peşinden koşmaktadır Türk edebiyatında. Dolayısıyla oradaki temalar, oradaki izlekler hemen buraya taşınmaktadır. Bu nedenle kendi kültürümüzden, tarihimizden koparak, kendi sosyal gerçeklerimizi kendi sesimizle kendi insanımıza yansıtamamakta ve kendi gerçek kimliğimizi kaybetmekteyiz..
Tabii ki dünya edebiyatını da takip edeceğiz, bileceğiz ama kendi sesimizi, kültürümüzü kaybetmeden…”
Yakın çevremizdeki insanlara “İnciraltı” size ne çağrıştırıyor?” diye sorsak bu katliamı hatırlayan kaç tanış çıkar dersiniz?
12 Haziran 1980 İnciraltı katliamından sağ çıkmış biri olan Berna şehrin kurtuluş günü kutlamalarında atılan kurusıkı silah sesleriyle o güne dönmüştür. Bu katliam 1 Mayıs 1977’de İstanbul Taksim Cumhuriyet Meydanı’nda yaşanan 36 kişinin yaşamını yitirdiği katliamın uzantılarından biridir. Ardından Maraş, Çorum olayları, suikastlar, taranan kahvehaneler… 12 Haziran İnciraltı katliamı, yaklaşan 12 Eylül darbesinin son işaret fişeğidir. Emperyalizmin 12’den vurması… Bu hamlelerin, 12 Eylül darbesine toplumu psikolojik olarak hazırlamak için yapıldığı açıktır. Kenan Evren anılarında, “Biz darbeye 1977’de karar verdik. Ama şartların olgunlaşmasını bekledik…” derken bu gerçeği itiraf etmektedir aslında. Geniş halk kitleleri anarşi ve terörden öylesine yılgınlığa düşürülmüştür ki 12 Eylül darbesi olduğunda derin bir oh çekerek, “Kurtulduk!” demişlerdir. Ölümü gösterip sıtmaya razı etmek…
Bugün yaşanan hukuk katliamlarının temel taşı olan referandumun da 12 Eylül ‘de (2010) olması bir rastlantı mıdır sizce?
Berna’nın yeni atandığı kamu kuruluşunda çalışan Cevdet Bey’in benmerkezci “tencerem kaynarken, maymunum oynarken” anlayışına nasıl kurban edildiğini ayrıntılarıyla öğrenirken gelişen yan olaylarda toplumsal çöküntünün nasıl her yeri ayrıkotu gibi sardığına tanık olursunuz.
Berna, kamucu bir anlayışla yakın çevresine yardımcı olmaya çalışırken toplumsal genlerde mevcut olan dayanışma ruhunu dirilterek lider özelliğiyle de öne çıkar. Ancak, toplumsal fırtına onun aile düzenini de etkileyecektir.
Roman yazılarının bizce en kötüsü romanı özetleyen ve okurun heyecanını sönümleyenidir.
Keyifli bir okuma sizleri bekliyor. Berna’nın aynasından bize yansıyanlar bizim yaşamımızda olmasa bile yakınlarımızda yaşadıklarımızla örtüşen görüntülerdir. Bu romanda altı çizilen bunaltılar ise acısıyla, hüznüyle bizim hayatımızdır.
Noam Chomsky’nin bir sözüyle bitirelim yazıyı… "Toplumun neler döndüğünden haberi yoktur. Hatta haberi olmadığından dahi habersizdir!"
Söylenecek söz, yolunu bulan suya benzer. Pembe Tunçel de sözünü ak kâğıda siyah mürekkeple dökerek “haberi olmadığından dahi habersiz!” bir topluma ayna tutmaktadır. Hani söylüyorlar ya, “Yüzleşme… Yüzleşme…” diye… Bu yüzleşme de Pembe Tunçel’in aynasından…
(*)“Berna-İnciraltı’ndan Hayata Yolculuk”, Pembe Tunçel, Simge Yayınları, Nisan 2014.


Söyleşi ve İmza Günü:
Bugün saat 18.00 Antalya Konyaaltı Cad. Selekler Çarşısı karşısı, Yavuz Özcan Parkı içinde ÇYDD Lokali. Konuşmacı: Gazanfer Eryüksel