Rüzgarlı Sokak’ta dip dibeydi çalıştığımız gazeteler.

Bekir Coşkun Günaydın Gazetesi ANKARA Temsilcisi…

Ben Hürriyet Haber Ajansı Ankara Bölge Temsilcisi…

Ben aynı zamanda o dönemde Hürriyet’in orta sayfası sağ köşesinde yayınlanan Bir Günün Hikayesi adlı köşeye Ankara notları yazıyorum.

Kısa kısa fıkralar ve her daldan çalan değişik hikayeler.

Haldun Simavi’nin sahibi olduğu Günaydın Gazetesi Türkiye’nin en çok satan ikinci gazetesi…

Tercüman ile çekişiyorlar…

Günaydın popüler bir bulvar gazetesi ve çok iddialı…

Bir gün santralden arandığımda Bekir Coşkun’un aradığını söylediler.

Kapı komşum…

Öğle yemeklerini aynı mekanda yiyoruz…

“Kahveye gelir misin?” deyince, binamızın yanındaki, iş hanında bulunan Günaydın Gazetesi’ne gittim.

Kahve söyledi ve sonunda ağzından baklayı çıkardı:

“Haldun Simavi siyasette Ankara notlarına çok ağırlık veriyor. Benim işim yoğun…Haber trafiğini yönlendirmeye çalışıyorum. Patronum, Hürriyet’in Bir Günün Hikayesi köşesinde fıkra yazan kişi Ankara bürosundaymış dedi. Ben de seni iş konuşmaya rica ettim. Seni açıkça Günaydın’a transfer etmek istiyoruz. Hürriyet’ten aldığın maaşın iki katını öneriyor patron. Ne dersin?” diye sordu.

“Düşüneyim” dedim ve kahvelerimiz geldi…

Siyasetten lafladık ve ayrıldım.

Aslında aklımın ucundan geçen bir şey değil.

Haldun beyin nasıl bir patron olduğunu anlatılanlardan öğreniyoruz.

Gazetenin satışı iyi…

İtibarı iyi…

Ama yeter mi?

Tabii Genel Müdürüm Oktay Ekşi’ye danıştım.

Sonra aileme…

Ailem bana bıraktı ama Oktay Ekşi “I- ıhhh” dedi ve ekledi:

“Hürriyet gazete gibi gazete…Geleceğin için endişe etmeyeceğin bir kurum. Bazı gazeteler fazla para verebilir. Ama henüz kurum değildir, kurumlaşamamıştır. Kalmanı tavsiye ederim. Senin maceraya atılmanı istemem”

Bu “Macera” lafı midemi bulandırmadı değil.

Hürriyet istikrarlıydı.

Verimli-dürüst-istikrarlı çalıştığın sürece hem yükselme ve hem de ücretinin arttığı bir kurumda kalmak mı, yoksa “Bulvar” türü, magazin ağırlıklı bir yayın organında çalışmak mı daha iyi olur?” sorusuna fazla kafa yormadım.

Uygun bir şekilde teklifi reddettiğimi bildirdim.

Ancak Bekir Coşkun’la dostluk ve arkadaşlığımız aynı seviyede devam etti.

Üzülmüş olmalı ama kırılmadı.

“Hayat bu, belli olmaz…Bakarsın ileride belki seninle aynı çatı altında çalışırız” dedi, gülüştük…

Gülüşmemiz, meğer iyiye alametmiş.

Ben 1987’de Hürriyet’ten emekli olup, Erol beyin oğlu Sedat Simavi’nin çıkaracağı Tempo Dergisinde çalışmam için Ankara Temsilcisi Rahmetli dostum Prof. Dr. Kurthan Fişek’den gelen iş teklifine “evet” deyince, benden sonra yazar olarak Hürriyet’e transfer olan Bekir ile aynı çatı altında en az on yıl birlikte olduk…

“Her şey kısmet” diye buna denir herhalde.

Vefakar, gerçek arkadaş ve “kadim dost” diyebileceğim arkadaşlarımın başında yer alan Bekir Coşkun’u en son bu yılın Şubat ayında aramıştım.

Meğer “veda” konuşmamız imiş.

Ölüm haberini alınca ailece yıkıldık…

Hem de nasıl…

Seni çok ama çok özleyeceğiz dostum…

Çooookkkkk…